Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları


“Sırtına çantasını atıp, cebinde bir tren bileti, öğrenci harçlığıyla yabancı ülkeleri tek başına gezmek hangi hayallerini süslemiştir?”

Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları, Buket Uzuner’in üç kıtanın kuzeyinde Norveç, İsveç, Finlandiya, A.B.D., Cezayir, Danimarka ve Rusya’da sırt çantasıyla yaptığı uzun tren yolculukları sırasında dünyayı, kendini ve ötekini keşfedişinin hikâyesidir.

Bir edebiyatçı gözüyle aktarılan ve uzak coğrafyalardan insan portreleri taşıyan bu seyahatname, bize edebi ve insani tatlar sunuyor.

İçinde serüvenci ruhla doğmuş herkese İyi Yolculuklar!

   

BİR YİĞİT GURBETE GİTSE GÖR BAŞINA NELER GELİR
ERMAN ŞENER
Aralık 1989 ERKEKÇE Dergisi

“İberik Yarımadası’ndan İskandinav ülkelerine, oradan Amerika’ya kadar uzanan geniş bir geziye pencereden bakarken, sık sık tanıdığımız, bildiğimiz şeyler de çıkıyor karşımıza.” Bir yiğit gurbete gitse, gör başına neler gelir… Kızın niyeti Norveç’e gitmek. Orası ilk durak olacak, sonra Allah bilir başka nerelere “cevelan” edecek ama henüz, durum vaziyetinin farkında değil. Her şeyin, TRT Türkçesi ile “mevsim normallerine uygun” şekilde gelişeceğini sanıyor ve tabii, vahim şekilde yanılıyor! Çünkü kız, kara kafalı… Çünkü “kara kafalı” olmak, büyük bir engel… Siz deyin “Kara kafalı olmak, Harlem’de beyaz olmakla eşdeğer”, biz diyelim “Belki de tam tersi, Harlem dışında zenci olmak gibi bir şey”, saçın siyah mı, her adımda karşına bir engel çıkacağı kesin. Sözü “Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları”na getireceğiz. Bu “notları”ın bir bölümü Varlık dergisinde yayınlanmış ve o zaman hayli ilgi görmüştü. Üstelik, o yazıların ilginç bir öyküsü var. İlk yazılarda imza Buket Uzuner idi. Derken Günsü Bertan isimli bir yazar da gezi notlarına başladı. Meğer işin aslı şuymuş: Bunların hepsini Buket Uzuner yazmış, ama “aynı sayıda iki, üç imzayla görünmenin okuru bayıltacağını” düşünüp, Günsu diye takma bir isim kullanmış. Kitabın arka kapağında bunu açıklıyor, kitaba Günsü imzasıyla yayınlanan notları da eklediğini söylüyor ve şöyle bitiriyor: “… Böylece kendi yarattığım Günsü Bertan’ı öldürmüş oluyorum. Bu, benim ilk cinayetim!” Hani ince bir hüzün taşıyan, melodisiyle birlikte hasret, özlem temalarına davetiyeler yollayan bir türkü vardır: “Bir yiğit gurbete gitse/ Gör başına neler gelir”… diye. Buket Uzuner’in gezi notları, bu duygularla okunuyor. Önce, bir yalnızlık var, sonra marjinalde dolaşan duygular: Kızgınlık mı, hemen öfkeye dönüşüyor, duygusal bir yaklaşım mı, derekap(????????) aşka dönüşüyor… Ve niçin söylememeli, bir “uyumsuzluk” var. Oktay Akbal, bir hastaneden bahsederken “eller evinde, eller el…” der ya, ona benzer bir durum. Sonra, sevimli çıkışlar var… Örneğin İspanya’da Plaze de Espana’da ve ünlü Cervantes heykeli önünde duygular: “… Cervantes anıtını çok düşledim, Cervantes’i öyle çok sevdim ki, günün birinde kendimi Madrid’de, o heykelin karşısında bulunca dizlerim zangır zangır titredi. Yaşını başını almış, kocaman 24 yaşında bir kadındım ve heyecanıma engel olamadım…” Yazar 44 yaşına gelsin, o zaman ne diyecek, ya 64 yaşında ve daha sonra. İberik Yarımadası’ndan İskandinav ülkelerine, oradan Amerika’ya kadar uzanan geniş bir geziye pencereden bakarken, sık sık tanıdığımız, bildiğimiz şeyler de çıkıyor karşımıza. Örneğin “Hair” müzikali veya ünlü “Evita” müzikali (ama yıl 1989, mekan İstanbul değil, 1981- İngiltere). Cezayir’de en moda laf “A Demain” yani ” bugün git yarın gel” mealen… Finlandiya’da durum vahim: Finli içmeyi pek seviyor ama fiyatlar müthiş pahalı, sarhoş olmak en pahalı hobby!.. Durun, şaşırmakta acele etmeyin. Bir gece, Norveç’te, Venezüealı Josephine, yazarı yemeğe davet edecek ve sofraya İtalyan spagettisi koyacaktır! Bu güzel kitabı okurken, bir yandan da “Dünya değişti, çok değişti” diyorsunuz ister istemez… Bir üslup ustası olan Evliya Çelebi, ne güzel anlatırdı. Peçevi’nin tarihindeki bazı seferler, yazarın mekan belirlemedeki ustalığı ile pekala adı konmamış mini “seyahatname” değil miydi?Hikmet Feridun Es’in o ünlü “seyahat röportajları” bize haritada gördüğümüz birçok ülkeyi getirmez miydi? Ama bugünün yazarları, doğal olarak bugünü, bugünün dünyasını ve bugünün insan ilişkilerini anlatıyorlar. Ama nostaljinin ne gereği var, bugünün yazarı bugünü anlatmayacak da ne yapacak? Kendisi gerçi “kocaman kadın” diyor ama siz siz olun, 20-24 yaşlarında, cesur, kararlı, biraz telaşlı ama iyi bakan, baktığını iyi gören bir yazarın eşliğinde bir dünya turu yapmak için bu kitabı okuyun.

(Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları/ Buket Uzuner/Gür Yayınları) Erman Şener

****************

KİM BU SİYAH SAÇLI KADIN?
Röportaj: Nuray Yavuzer
Kasım 1989 ELELE Dergisi

ÜÇ KITADAN İLGİNÇ İZLENİMLER AKTARAN DİZİ YAZILARIN YAZARI GÜNSU BERTAN’IN, YAZAR BUKET UZUNER OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUNUZ? UZUNER, İNSAN HAKLARININ EN MİLİTAN SAVUNUCULARI BEYAZLARIN YALNIZCA SİYAHLARA DEĞİL, KENDİLERİNDEN OLMAYAN TÜM İNSANLARA YÖNELİK IRKÇILIĞINI, DENEYİM GÖZLEM VE ARAŞTIRMALARINI ” BİR SİYAH SAÇLI KADININ GEZİ NOTLARI” ADI ALTINDA, GÜNSU BERTAN İSMİYLE “VARLIK” DERGİSİNDE DİZİ HALİNDE YAZDI. BU NOTLAR ŞİMDİ YAYIMLANMAMIŞ YENİ BÖLÜMLERLE KİTAPLAŞIYOR.

Soru:“Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları”. Bu başlık ve Günsü Bertan adıyla Türkiye dışındaki gözlem ve araştırmalarınız Varlık dergisinde yayınlandı. Varlık’ta başka bir adla yazı yazma fikri nasıl oluştu sizde?

“Varlık dergisi ırkçılık özel sayısı hazırlıyordu. Orada Amerikan edebiyatında ırkçılık konusunu incelememi istediler. Bunu hazırladım. Fakat bu arada bir yabancı olarak Türkiye dışında kendi başıma gelen ırkçılık olaylarını esprili bir dille anlatmak, yani, ırkçılıkla alay ederken, bunun sadece siyah-beyaz ayrımı olmadığını, aslında Batılının bütün Akdenizlilerden, Ortadoğululardan, Asyalı ve Latin Amerikalılardan kısacası kendilerinden olmayan herkesten bir çizgi ile kendilerini ayırdıklarını vurgulamak istedim.” Açıkçası kendim eğlenirken birazcık da çok insan hakları düşkünü batıda başıma gelenleri, uygar görünen insanların aslında çift standartlı olduklarını anlatmak üzere başladım. Öyle doğdu bu fikir. Fakat aynı dergide iki yazım vardı. Bir üçüncüsünün daha okuyucuyu bayacağını düşünürek, başka bir adla yazmak istedim. ” -İşe kendinize isim bulmakla başladınız galiba. Günsü Bertan güzel bir isim. Hoş çağrışımlar yaptırıyor insana. “Evet, oturup kendime isim aradım. En zor şey insanın kendisine isim koymasıymış meğerse. Önyargılar oluşur diye hiçbir ismi beğenmiyordum. Sonra Su’yu ve Gün’ü çok seviyorum, Günsu Bertan olayım bari dedim. Ben de çok sevdim bu ismi. Zaman zaman kendimi Günsü Bertan diye hissettiğim de oldu. Bunun başka yararları da oldu bana.

Soru:” -Ne gibi yararlardı bunlar? “Önyargısız okunmak hoşuma gidiyordu. İnsanları çeken yazar değil, yazıydı. Buket Uzuner için bazı önyargılar oluşmuştu. Feministtir, şudur budur gibi ve bu kavramlar da çok göreceli, hepimiz başka şeyler anlıyoruz. Bu hiç tanımadık bir kadındı. Varlık’ta bir tane yazmak için başlamıştım bu işe. Yazı hoşlarına gittiği için hiç tanımadıkları bu kadının da yazısını bastılar. Okur köşesinde Günsü Bertan’a gelen değişik mektuplar yayınlanıp Editör Kemal Özer’in “Yeni bir kadın yazar doğdu, kendisini kutluyor ve selamlıyoruz” şeklinde yüreklendirici yazıları çıkınca, devam etmeye karar verdim.” -Hiç tanımadıkları bu kadının yazısı dediniz. Varlık dergisindekilerde mi tanımıyorlardı sizi? “Varlık’ta yalnızca Cengiz Gündoğdu diye bir yazar arkadaş biliyordu. Günsü Bertan adında bir hanım, onlara değişik şehirlerden postayla yolluyordu. Bazen de başka şehirlerden arkadaşlarıma rica ediyordum. Çok esrarengiz bir kadındı bu, kimse ne olduğunu bilmiyordu. –

Soru:“Varlık çalışanları Buket Uzuner’den şüphelenmediler mi hiç? ”

Hayır ama, Kemal Özer sık sık beni yokluyordu. “Yahu hep aynı yerleri gezmişsiniz Buket Uzuner. Tanımıyor musunuz bu kadını?” diyordu. Ben de “Haklısınız Kemal Bey. Ben de hayret ediyorum ama tanımıyorum” diyordum. -Başka çevrelerden tepki aldınız mı? Sözgelimi edebiyat çevrelerinden. “Ajanlarım vasıtasıyla duyduğuma göre, Cumhuriyet Gazetesi’nden ilgilenilmiş ve Türk edebiyatında gezi notları ya da anılar gibi şeylerin çok az olduğu söylenmiş. Bu gazeteden bir arkadaş, Günsü Bertan’ın yazılarının olduğu bölümleri özellikle istemiş. Derken bazı kişiler, bunu derslerde ve eğitim psikolojisinde okutmanın iyi olacağını söylediler

Soru:” -Neler yazıyordunuz gezi notlarınızda, anlatır mısınız? ”

80’lerde Türkiye’den tek başına çıkmış bir kadının 7 yıl süreyle 3 kıtadaki (Amerika, Avrupa, Afrika) gezintilerini içeriyor. Bu yazılarda bir edebiyat okuruyla karşı karşıya olduğum için daha rahattım, daha uzun yazıyordum. Çok büyük edebiyat ve estetik kaygısı olmadan, daha çok olayları aktaran keyifle okunacak yazılardı bunlar. Gittiğim yerler daha çok sanat ve kültürle ilgili yerlerdi. Uygar sandığımız Batı’nın sandığımız kadar sütten çıkma ak kaşıklar olmadıklarını, eğlenceli bir şekilde vurgulayıp, birazcık da onların kültürlerinden parçalar, tatlar katıyordum, yazılara. Yani gözlemlerin yanı sıra, birazcık da genel kültüre dayanan, araştırma gerektiren şeylerdi.

Soru:” -Batı’nın sandığımız kadar uygar olmadığından söz ettiniz. Bu konuda yaşadıklarınızdan söz ettiniz. Bu konuda yaşadıklarınızdan daha doğrusu gezi notlarınızdan birisini aktarır mısınız bize? ”

Bu insanlar, WASP, yani Anglosakson kültüründen gelen beyaz Protestanlar olarak kendilerini ayırıyorlar. Özellikle Amerika’da İngiliz kökenli beyazlar ‘en üstün’insanlar olarak görüyorlar kendilerini. Bu İskandinavlarda da böyle. İskandinavlar çok homojenler. Yabancı çok az ve siz hemen fark ediliyorsunuz. Avusturyalı arkadaşım Kate (şimdi Norveç’te yaşıyor)ve ben, ikimiz de siyah saçlıydık. Kate’e sokakta dönüp dönüp bakıyorlardı. Hatta çocuklar gidip “saçını elleyebilir miyiz?” diye soruyorlardı. Daha sonra dillerini öğrendikçe “kara kafa”diye bir küfürleri olduğunu fark ettik. Bütün bu olayları, biraz da kendimle dalga geçerek, bolca kara mizahlı bir şekilde yazdım. Örneğin Afrika’yı anlatırken “Cezayir’e gitmeden önce biraz isteksizdim” diye başladım. Fakat oraya gittiğimde kendimi, hani Türkiye’ye gelmeden önce Türklerin sokakta fesle dolaştığını, haşhaş içtiğini sanan Avrupalı gibi hissettiğimi anlattım. Çünkü Cezayir’e gidince, çok uygar, çok temiz ve güzel bir yerle karşılaştım. Yemyeşildi. Çok utanmıştım. Çölü anlatırken de aynı şeyden dem vurdum. Bir yandan kendimi eleştirirken, kültürleri de eleştiriyordum. Objektif olmaya çalıştım yazılarımda, “İşte çölün ortasında da Time Dergisi ve Coca Cola vardı, oraya kadar girmişti” diye.

Soru:” – Yabancılara karşı takınılan bu tutumlara karşılık, sesinizi orada da duyurmaya çalıştınız mı? ”

Kanadalı bir arkadaşa, İngilizce bir kitap yazmayı düşündüğümü söyledim. ‘Ne kadar barbardım(!) nasıl uygarlaştım?” diye ünlemlerle dolu bir kitap. Veya Günther Wallraff gibi farklı bir kılık ve pasaportla aynı yerlerde dolaşıp, izlenimler edinmek, fotoğraflarını çekip belgeleyerek ve sonra “Türkken barbardım, (!) Amerikan pasaportuyla uygarlaştım” diye bir kitap yazmak da var projelerim arasında. Ama önce Türkiye’den gezi notlarıyla başlayayım dedim.

Soru:” – Siz kaleminiz gibi bir silahınız olduğundan, isyanınızı yazarak dile getirmeye çalışmışsınız. Diğer yabancıların bu durum karşısındaki tavırları ne oluyor? ”

Bir keresinde Tunuslu bir gence rastlamıştım. ‘Kara kafa’ diye sınırda bu genci bir kenara alıp, tıpkı bana yaptıkları gibi saatlerce sorguya çektiler. Ben de üzülmesin diye hiç tanımadığım bu gencin yanında kaldım. Sonradan çok iyi arkadaş olduk. Çok iyi kalpli biriydi ama, bu konuda savaşmak istemiyordu! ‘Ben sadece okumak istiyorum”diyordu. Ama ben, bir şekilde bunların yazılması ihtiyacını duydum. Belki de başka şey yapamadığım için.

Soru:” -Siz ne tür bir olayla karşı karşıya kaldınız? Sorguya çekilme nedeniniz neydi? ”

26 yaşından küçük genç insanlar için, Avrupa’nın (şimdi İstanbul da eklendi) değişik yerlerini çok düşük bir fiyatla gezdiren ‘Interrail’ diye bir tren var. Çocukken sırtımda çantamla bunu yapmayı hep istediğimden ben de bu imkanı değerlendirdim. Çok kısık bir bütçeyle de olsa, bunu gerçekleştirebildiğim için çok sevinmiştim. O zaman 1979’da Almanya dışında birçok ülkede daha Türklere vize konmamıştı. Ama 80 yılından sonra hemen bütün Avrupa ülkeleri vize koymaya başladı. O zaman istediğim yere gitmenin o zevki çok kısıtlanmıştı. Çünkü Norveç’ten çıkmadan önce, her gideceğim ülke için vize almam gerekiyordu. Bu durum çok ağırıma gitmişti. Hatta bir makale yazmıştım, ‘Özgür müsünüz? Hayır, Türk’üm’ diye. Onu Norveç’te bir gazetede yayınlamışlardı. Bu geziden geri dönerken, İsveç’te hiç durmayacağımdan orası için vize almamıştım. Sınırda tren durdu ve herkesin pasaportlarına bakmaya başladılar. Benim pasaportumu aldılar ve gittiler. Trende bir huzursuzluk, herkes bana suçluymuşum gibi bakıyor. 15 dakika falan sonra bana sadece aşağıya inmemi emrettiler. Eşyalarım sürüklenerek indirildi. Ve ben çığlık çığlığa ‘Bu ne barbarlık?’ diye bağırıyordum. Bir sürü tepkisiz insan, bana iğrenç bir nesneymişim gibi bakıyordu. Ben, Norveç’te öğrenci olduğumu bağırırken, okuldan bir profesör hocamı gördüm ve polislere söyledim. Hocamın sadece öğrenci olduğumu onaylaması gerekiyordu. Onu söylerken bile adam kendisine bir hal olacak diye perişan oldu. Çok robotlaşmışlar. Yardım etme kavramı çok azalmış. Kısa süreli bu gözaltının sonunda çok daha aşağılayıcı bir şey oldu. Pasaportumu orayı geçinceye kadar inmeyeyim diye, o hocama teslim ettiler.

Soru:” -Gezi notlarını yazmaya başlarken, daha sonra kitap haline getirmeyi düşünüyor muydunuz? ”

Hiç düşünmüyordum. Tek sayılık bir yazı olarak düşünmüştüm baştan. Olumlu eleştiriler ve kimliğimin merak edilmesinden aldığım haz, gezi notlarını devam ettirmemi sağladı. Bu kitabımı tanıdığım altı kadına ve tanımadığım öteki kadınlara ithaf ettim. Bu altı kadın dünyayı gezmiş, dolaşmış, darda kalana koşmuş, yürekleri kocaman insanlar. Hepsi başka kıtalarda yaşamalarına rağmen, gerçekten şunu hissediyorum ki, büyük bir telepati var aramızda.

Soru:” – Kitabın bütün bölümleri daha önce yayınlandı mı? “Hayır yayınlanmamış bölümleri de var. Asıl projem bu kitapla birlikte çıkacak olan “Güneş Yiyen Çingene” isimli öykü kitabımı çıkarmaktı. Şimdi iki kitabım birden çıkıyor, daha keyifliyim.

Soru:” Kendi yarattığınız Günsü Bertan’ı yine kendi ellerinizle öldürüyorsunuz. Okurlar Günsu Bertan’ın gerçek kimliğini öğrendiklerinde, ne tür bir tepki göstereceklerini tahmin edebiliyor musunuz? ”

Gene aynı şey olacak herhalde. ‘Hay Allah bu O’muydu?’ deyip, ya bir kenara itilecek, ya da ‘Ne yazmış acaba?’ deyip, Varlık okuru olmayan insanlar da okuyacaklar. Aslında Günsu Bertan’ı öldürmeyi hiç istemedim ama, kitabımla ‘Varlık’ okurları dışındaki kitleye de ulaşmak için, bunu yapmak zorundaydım.

Nuray Yavuzer

******************

BUKET UZUNER KUZEY’ İN GRİ HÜZNÜ ve SEVİNÇ HARİTASINI ÇİZİYOR
TUNCA ARSLAN
3 Aralık 1989
2000’E DOGRU Dergisi

Kuzey’in gri hüznü ve sevinç haritasını kendisi çiziyor Buket Uzuner.

Bir “Dünyalı” mı? Kuşkusuz… Ama pusulası hep Kuzey’i gösteriyor. “Kuzeyli” demek daha doğru, daha çok yakışıyor. Amerika’nın, Avrupa’nın, Afrika’nın hep kuzeyi! “Sıcağı” pek sevdiği söylenemez. Yolculuklardan besleniyor, beslenecek. ” Arayış”, bir mutluluk yolu aynı zamanda. “Doyum ve doyumsuzluk çizgisinde hep aramakla geçiyor yaşamım. Kendimi yinelemekten korkuyorum” diyor mini söyleşimizde. 1955’te Ankara’da doğmuş Buket Uzuner. Biyoloji, ekoloji ve çevrebilim eğitimi yapmış Norveç’de, ABD’de, Finlandiya’da ve ODTÜ’de. Eğitimi süresince, garsonluk, aşçılık, bulaşıkçılık, gazete satıcılığı, tüp temizleyiciliği gibi işler yapmış “yabancılık” çekmeden. Sonra bir süre öğretim üyeliği. Şimdi bir reklam ajansında çalışıyor. Ama “asıl işi” yazarlık. Bir çeşit “vur-kaç” yazarlığı Uzuner’inki. Yazdıklarını -belki de bir bölümünü- yayımlıyor ve bir yenisine kadar ortalıklarda görünmüyor. Okurlarıyla ilk ve en sıcak karşılaşmasını geçtiğimiz Kitap Fuarı’nda gerçekleştirdi desem… Türkiyeli aydınların durumundan rahatsız. Tutucu buluyor çoğunu. Kimi “gerekli” aşırılıkların aydınlar arasında bile hoş karşılanmadığından yakınıyor. Alkolle tüketilmiş beyinlerden, salamuraya yatırılmış nostaljilerden söz ediyor konuşmamızda. Ama konuyu bağlama cümlesi, ” Ülkeme biraz haksızlık ediyorum galiba. Burada yayımlıyorum ama malzemeyi dışarıdan getiriyorum” biçiminde. Şimdilik dört kitabı var yazarın. İlk kitabı Benim Adım Mayıs, 1986’DA Süreç Yayıncılık’tan çıkmıştı. Sıcak, sevgi yüklü, şirin bir şarkı…. Uzuner’in “sevinçli hüzün” diye tanımlayabileceğimiz çizgisinin ilk örneği. “Uzak kasabaların gri hüznü”nün yanı sıra, insan tekini anlatıyor yazar. “İnsanlar çok ilginç. Hala keşfedilecek çok yanları var” diyor. Uzuner’in “birey” in üzerinde bu kadar durması, öykülerine belirli bir “kapalılık” katıyor kuşkusuz. Ama “tekrar”dan ya da umutsuzluktan söz etmek olanaksız. Her öyküsünde yeni yere açılan yeni labirentler kuruyor sanki. İnsanı değişik yollardan yeniden keşfe çıkan Uzuner’in bu ilk kitabı “keşfedilememişti” ne yazık kı. Ayın En Çıplak Günü… Uzuner’in Boyut Yayınları tarafından yayımlanan ikinci öykü kitabı, çoğumuzun alışık olmadığı bir promosyanla gelmişti. Bu kitap için oldukça olumlu notlar düşüldü. Rağıp Duran, Çerçeve’de, “Bilinçaltındaki iffet ve nefret bahçelerini berrak suluboya biçemiyle sergiliyor… Fantastik ve düşlü bir kalem” demişti. Biz ise “Karamizah ve sürrealizm kaynaşmasını başarıyla dile getiren öyküler” demiştik. Yerini bulan bir adımdı Ayın En Çıplak Günü. Özellikle “Shangri LA” ve “Bir Kadının Yaşamında En Önemli İki Şey” oldukça dikkat çekiciydi. Geçtiğimiz günlerde, Gür Yayınları iki yeni kitabını yayımladı Uzuner’in. Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları ve Güneş Yiyen Çingene. Birbirine dayanan iki kitap denilebilir. Önce gezi notlarını okuduysanız Güneş Yiyen Çingene’ nin öykülerine girmek için elinizde iyi bir rehberiniz var demektir. Sahra Çölü’ndeki çapkın dededen, hüzünlü tangolara, ırkçılıktan, “steril” insanlara kadar zevkle okunan ve vurucu notlar, öyküler. Muzaffer Uyguner, Esendal izlerinden söz ediyordu. Bilemiyorum… Bildiğim, yeni ve değişik bir kadın öykücümüz var artık. Buket Uzuner… Ya Cağaloğlu’nda Metamorfoz?

Tunca Arslan

Satın Al