New York Seyir Defteri


21.yy’ın kültür ve sanat başkenti New York modern dünyanın güzel ve çirkin bütün yüzlerini kimliğinde barındırır. Amerikalılar’ın bile kendilerini yabancı hissettiği ‘New York Cumhuriyeti ‘nde bu nedenle hiç kimse yabancılık çekmez. Bu farkındalıkla bakınca, New York, yeryüzü kültürünün yeni binyılda tanımlarından biridir. Buket Uzuner New York’ta yaşadığı bir yıl boyunca bir İstanbullu’nun gözleriyle seyreylediği şehre dair tuttuğu günlükleri, şehrengiz düşünceleri ve insan-mekân manzaralarını elinizdeki gezi kitabında biraraya topladı. Seyreden gözlerin ardındaki kültür birikimi, görülen resmi tamamen etkiler. Bu nedenle Buket Uzuner’in New York seyri, 24 saat tükenmeyen umut mavisi ve zehir yeşili enerjisiyle bizim İstanbul’a benzeyen bazı tadlar taşımaktadır. New York Seyir Defteri, yazarın kendi damak ve seyir tadına uygun restoran, kafe, kitapçı ve gezi yerleri haritasıyla bir rehber özelliği de taşımaktadır. Hem New York’a gidecekler için, hem de 21.yy’ın en önemli 10 kentinden birini tanımak isteyenler için okunası bir yolculuk.

  

NEW YORK SEYİR DEFTERİ üzerine SÖYLEŞİ

Sorular: Hikmet Altınkaynak

1-Format olarak değişik, hoş bir yanı var kitabınızın. Sanırım “New York”un şanına uygun olsun diye düşündünüz? Öyle mi?

2-New York hayranlığı sizde ne zaman başladı?

3-Dedikoduyu sevdiğiniz anlaşılıyor diyebilir miyiz? Çünkü Woody Allen”ın “Dedikodu ihmal edilmiş bir sanat” sözünü çok benimsemiş görünüyorsunuz…

4-Önceki yıl İstanbul”a gelen tiyatro hocası ve sanatçısı Shelley Berc”i çok sevdiğiniz anlaşılıyor. New York”a gelir gelmez ilk kafeye de onunla gidiyorsunuz. Shelley Berc”in Amerikan edebiyatında bir tiyatro yazarı olarak önemi nedir?

5-Ya enstalasyon sanatçısı Alejandro (Alehandro okunur)”nun sanatçı olarak önemi?

6-Bu günlüğün kaynağı olan bir yıllık gezinizin artı ve eksileri üzerinde durur musunuz?

7-Bu kitabınızın öykü ve romancılığınıza olan katkısını değerlendirir misiniz?

Buket Uzuner’in Yanıtları:

1- New York Seyir Defteri’nin biçimsel olarak da bir defter görüntüsünde olmasını arzu ediyordum. Aslında hemen her yazarın kitaplarınının biçimi hakkında bazı hayalleri vardır ama ne yazık ki, maddi koşullar yazarları çoğu kez bu hayallerini saklamaya iter. Bunlar toplumun alım gücü, okuma oranı ve yayıncıların yatırım yaptıkları kitap hakkında hesaplarıdır. Benim biçimsel düşlerimden biri ancak 11. kitabimda (aynı zamanda3. Gezi kitabım) gerçekleşebildi. Spiral sayfalı ve özel tasarımlı bu kitabın ilk baskısı (5000 adet) biraz da kolleksiyoncular ve kitap tutkunları düşünülerek basıldı. Sonraki baskılar 2. hamur ve ince kapaklı olarak planlanmıştı. Ama daha dağıtıma çıktığı gün tükenen birinci baskı nedeniyle spiralli ve özel tasarımlı olarak ikinci baskı yapıldı(5000 adet). Üçüncü baskı daha ekonomik ve düz olacak. Sonuçta bu şık ve defter tasarımlı kitap Şehir Romantiğinin Günlüğü’ne de denk düşebilir ve onun günlük olan içeriğine de uygun olabilirdi ama koşullar ancak bu yıl ve bu kitaba uygun düştü.

2- New York Şehri’ni özellikle seviyor olmamı bir hayranlık olarak algılamak elbette yanlıştır. Çiğ kalır. Ben hiçbir şehre öyle kuru kuru hayran olamam. Bu yaştan sonra ve bu durumumda ‘hayranlık’ tek başına benim hiçbir ilişkimle ve duygumla örtüşemez. Hayranlık kavramı benim İstanbul, New York ve Paris sevgimi anlatmama yetmez, talihsiz kalır. New York’u öğrenci olarak ABD’ye gittiğim yirmili yaşlarımda ilk kez görmüş ve tuhaf biçimde etkilenmiştim. Ancak 3 gün gördüğüm bu kent çok canlı, karmaşık, tehlikeli ama aydınlık ve vaadkardı. Sokaklarında o kadar çok yabancı dolaşıyor ve o kadar farklı yabancı diller konuşuluyordu ki, bir yabancı olan ben yabancı kalmıyordum artık orada. Bir de o sırada ırkçıkığın çok yüksek olduğu Batı Avrupa’da 3 yıl yaşamışlığın ve gözlemlerin üstüne New York bana iyi gelmişti. Sonra her ABD’ye yolum düştüğünde mutlaka New York’a uğramak için bahaneler yarattım ve olanak bulmak için uğraştım. Kitapta özellikle ‘Ruh-eşim İstanbul, Eski Kocam Paris ve Sevgilim New York’ adlı yazıdaki metaforik anlatımımla açıkladığım gibi New York ayrıca enerjisinin tehlikeli ve vaadkar yüzleriyle İstanbul’a benzeyerek de beni etkiledi.

3- Kitap dikkatle okunursa bu yorumda bulunulmayacaktır. Bana ” Dedikodu ihmal edilmiş bir sanattır ” diyen Woody Allen’in bu cümlesini aktaran Shelley : “buna inanabiliyor musun?” diye ekliyor. Ardından da, ya Woody Allen’in bunu söylemiş olduğuna şaşırdığı ya da bununla alay ettiğine dair bir yorum var. Benim dedikodu sevmediğimi yakınlarım ve okurlarım bilirler. Ama doğrusu bunların kitabımla ve benim yazarlığımla hiçbir ilgisi yok.

4- Shelley Berc, Amerikalı çağdaş bir tiyatro yazarı ve romancıdır. Aynı zamanda kendisi bir edebiyat profesörüdür ve Yale Üniversitesi mezunudur. Oyunları Avignon , Edinburg gibi uluslararası festivallerde ve San Francisco ve New York’ta oynanmış, kendisi aralarında Rockefeller ve New York Tiyatro Eleştirmenleri olan birçok tiyatro ödülüne değer bulunmuş bir yazardır. Onun tiyatrocu olarak Amerikan edebiyatı’ndaki önemini Amerikalı tiyatro eleştirmenlerine bırakıyorum. Benim için Shelley yetişkinlik hayatımın en yakın birkaç kız arkadaşından biridir: çok özel, çok sevgili ve incelikli bir insandır. Birbirini ayrıntılarda anlayan ve olduğu gibi kabul eden ender ilişkilerden biri…

5- Alejandro Fogel Amerikalılar’ın görsel sanatçı dedikleri enstallasyon, video ve web-sanat üretimi yapan bir performans sanatçıdır. Eserlerini Küba, Almanya, İspanya, İsrail, Macaristan ve ABD’deki galeri ve müzelerde sergilemiş Arjantinli bir sanatçıdır. Özellikle Nazi işgali sırasında Macaristan’da yaşanan şiddeti anlatan enstallasyonlarıyla biliniyor. Onun sanatçı olarak önemi bu sanat dalındaki usta ve eleştirmenlerin işidir. Ben Alejandro’nun arkadaşıyım ve o güvenilecek bir arkadaştır.

6- Bir yazarın özellikle yeni yayımlanmış kendi kitabının artı ve eksileri üzerine konuşması yanlış olur. İsterseniz bunu edebiyat eleştirmenlerine, sosyologlara bırakalım. Çünkü bu kitap bir Türkiye’ li edebiyatçının, bir İstanbul’ lu romancının New York Şehri’ ni seyir edişidir. Seyretmek biraz dışarda kalmayı gerektirir, bilirsiniz. Aslında New York’un odak noktası seçişi de yalnızca yazarın bu kente olan sevgisinden değil, ayrıca 21. yy’ın başlarında kültür sanat başkentinin çirkin ve cazip yüzlerini sosyo-edebi olarak araştırmaktır da.

7- Bir yazarın her kitabı onun açılımlarını sergiler. Ben yalnızca roman , hikaye gibi kurgu dalında değil, deneme ve gezi alanında da ürün vermeyi seviyor, bu alanlarda da söyleyeceklerim olduğunu düşünüyorum. Sizin sorduğunuz değerlendirmeyi eleştirmenler yapsın. Hem Cemal Süreya’nın da dediği gibi “bir edebiyatçı ne yazarsa yazsın edebiyat olur!”

***************

NEW YORK SEYİR DEFTERİ’ nden Bir Bölüm

Bir Yerleşememezlik ve Gezginlik Analizi

GİTMEK ya da KALMAK: İŞTE ASIL SORU BU.

Hiçbir şey tesadüf değildir. Hiçbir şey tesadüfen olmamıştır ve olmayacaktır. Evrende varoluşumuz ve varlığımızın özellikleriyle kendi kaderimizi hazırlarız. Aslında hepimiz bunu bilerek doğuyoruz. Fakat kişiliğimize göre kimimiz; kendimizle yüzleşmeyi sevmediğimizden gizlice, kimimiz; kendimizi delik deşik edercesine yüzleşmeyi bir hayat-memat meselesi yaptığımızdan açık açık biliriz bu gerçeği . Bazılarımız bunu dînî, bazıları felsefi, bazıları da biyolojik(genetik) yollarla açıklasak da yaşantımızdaki tesadüfleri kendimiz, bir anlamda kişisel eğilimlerimiz ve karakterimiz hazırlamaktadır. İşte İskenderiye’de doğup, İstanbul’da da yaşayan Yunanlı şair Konstantin Kavafis’in ‘Şehir’ adlı şiirini o sırada jilet kadar keskin bir bilincin altıyla fakat ayrımında olmadan iki kitabıma birden almam da bir tesadüf değildi elbette. (İki Yeşil Susamuru ve Şehir Romantiğinin Günlüğü). Üstelik Kavafis’in başka pek çok güzel şiirleri olmasına karşın ille de o şiir girmiş kanıma. Şiiri biliyorum, biliyorsunuz, biliyorlar ama bir kez daha duymakta daima yarar var. Adı: ŞEHİR ” ‘Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim ‘ dedin ‘ Bundan daha iyi bir şehir bulunur elbet Her çabam kaderin olumsuz yargısıyla karşı karşıya -bir ceset gibi- gömülü kalbim Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede? Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam Kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün Boşuna bunca yılı tükettiğim bu ülkede’ Yeni bir ülke bulamazsın Başka bir deniz bulamazsın Bu şehir arkandan gelecektir Gene aynı sokaklarda Dolaşacaksın. Aynı mahallede koşacaksın, Aynı evlerde kır düşecek saçlarına. Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda Başka bir şey umma-

Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde.* Böylece şimdi 3. bir kitabıma da aynı şiiri koyarak tesadüfler ile bilinç ve onun altı meselesine huzurunuzda bir açıklık daha kazandırmış oluyorum! Oturup bu şiirin neden benim tesadüflerimden biri olduğunu düşünce, şiirdeki iki sözcük(ikisi de eylem) benim tesadüfümün adresini hemen açığa çıkartıverdi tabii. Neden ‘tabii’ mi? Çünkü, insan kendi tesadüflerinin adresini en iyi yine kendi bilir. Şehir adlı şiirdeki benim tesadüf adresim; GİTMEK ve KALMAK’ tır. (Hangimizin değil ki?) Bu, ‘olmak ya da olmamak’ kadar ciddi ve yaşamsal bir ikilem, karşıtların en acıtıcı birlikteliğidir ve yanyana durması en olanaksız bir ikilidir. Gitmek ve kalmak, ateş ve baruttan beterdir. Yani, ya gidersiniz, ya kalırsınız. Çünkü ikisini birada yapmak diye bir şey yoktur, olmamıştır, olmayacaktır. Sanal bir dünya anlayışının geliştiği günümüzde bir sanal gerçekçilik(vitual reality) yaratan elektronik gözlükle kendisi sabit kaldığı halde sanal olarak başka coğrafya veya boyutlara giden insanın bu satırlarda tartışılan gitmek ve kalmak eylemiyle hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü gerçekler dünyasında gitmek ve kalmak eylemleri bedeller ödeten ve ödüller sunan yaşamsal meselelerdir. Beri yandan bu ikisi arasındaki tercihiniz de sizin oluşunuz ya da olmayışınızı belirler ve bu tamamen sizin kişisel algılamanızla ilgilidir. Kimimiz için kalmak varolmaktır, kimimiz ancak giderek varolabiliriz. Tesadüf bu ya, tercih(ler)iniz çoğu zaman bütün yaşamınızı belirler ve kaderiniz olur. Siz ondan sonra istediğiniz kadar ‘koşullar’, ‘mecburiyetler’ ve/ya ‘sorumluluklar’dan dem vurun. Ne gam! Çünkü tercih etmeanındaki stres ve baskı durumudur asıl kimliğimizi ortaya çıkartan( Doğru mu doktor?) ‘Bir şehre gidebilmek’ veya ‘bir şehirde kalabilmek’ ya da Mario Levi’nin hikayesi gibi ‘Bir Şehre Gidememek’ kavramları belki de bu nedenlerle (ya da hani tesadüfen) seyyahların gezgin ruhları üzerinde ille de durup soluk alınacak o zorunlu duraklardandır. Sık sık. Bir zamanlar mucizevî şarkılar besteleyen Cat Stevens’ın ‘Baba ve Oğul’ ( Father and Son) adlı şarkısı tamamen bu anlattıklarımın müzikli bir dillenişidir. Biliyorsanız bir daha, bilmiyorsanız ilk defa dinleyin. Hemen duyacak veya anımsayacaksınız. “Değişikliğin sırası değil, biliyorum gençsin, öğrenecek ve yaşayacak çok şeyin var, üstelik bir zamanlar ben de senin gibiydim, bilirim zordur; bir şeylerin olup bittiğini keşfettiğinde dışında ve sakin kalmak çok zordur, tamam anladık ama unutma sen yarın burada olacaksın fakat düşlerin, hayallerin uçmuş olacak… Boşver bunları, yerleş buraya, bul kendine bir kız, evlen… Bak bana yaşlıyım ama mutluyum” diyen babasına, üzüntüden kahrolarak ama kararlı bir sesle adeta yakaran genç oğul; “Nasıl anlatacağımı artık bilmiyorum, bu hep o eski hikaye, konuşmaya başladığım ilk günden beri hep söz dinlemem gerektiği emrini aldım. Zor ama görmezden gelmek kadar zor değil. İşte şimdi bir yol var önümde , artık biliyorum, gitmem gerektiğini biliyorum” diyerek yola koyulur. Gitmek göze alabilmektir. Gitmek tehlikelidir. Gitmek merak etmektir, riski göze alabilmektir. Gitmek radikal bir değişim cesaretidir. Gitmek, kaçmak değildir. Gitmek ve kaçmak birbirine asla benzemeyen iki harekettir. Kaçmak panik ve kararasızlık ruh durumlarında gerçekleşirken, gitmek için soğukkanlı ve kararlı olmak şart olmasa bile gereklidir. Gidebilmek, özellikle gerektiğinde pahalı bir karardır. Gitmek için önce sabit bir mekan gerekir. Ancak sabit bir yerde yaşayan kişi gitmek eylemine kalkışabilir. Çünkü gitmek, kalmayı veya durmayı bitirmek demektir. Sürekli gidene seyyah veya gezgin deriz, onun sabit bir yeri olmadığı için o artık gitmek eylemiyle işini bitirmiş, gitmeyi sabit bir iş eylemiştir. Konakladığı yerlerdeki otel, hostel, pansiyon ya da kira evler ona bir duraktır, sabitleşmeye başladığı ilk an onu afakanlar basar ve tekrar yola düzülür. Fakat gitmek, terk etmek demek de değildir. Çoğu zaman giden kişi, aslında daha önce duygusal olarak çoktan terk edilmiş olandır. Terk etmek ve gitmek kesinlikle birbiriyle akraba olmayan iki eylemdir ve ne yazık ki, çoğu kez karıştırılır. Gitmeyi, terk etmek olarak algılayanlar aslında hep kalanlardır. Kalmak güçtür. Kalmak, kabul etmeyi veya kalınan yeri değiştirmeyi gerektirdiği için güçtür. Kabullenmek, kendi karakterini yaşayamamak tehlikesi barındırır içinde ve bu tehlike kederli bir renk katar kalmak eyleminin duruşuna. Kalınan yeri değiştirmekse, bir terzinin bir elbiseyi düzeltmesi kadar çileli bir iştir. Bütün terziler yeni bir kumaştan taze bir elbise dikmeyi tercih ederler. Kalmak, terk etmemek anlamına gelmez. Kalan kişi kalış eyleminin içindeki yoğun statik enerjiyle terk edebilir, kalışının kimyasıyla da terk ettirebilir. Kalmak, terk etmekten bağımsızdır ve gitmeyi ateşleyen güçten farklı bir kararlılık, sabırlı bir direngenlik gerektirir. Peki ‘geri dönmek’ nasıl bir şeydir? Kavafis, geri dönüşün kaçınılmazlığına dair işaretler yolluyor bize. Ama ille geri dönülür mü? Gitmek lineer bir yolculuksa geri dönmek olası mı? Dönmek, yalnızca bir yenilgi olabilir mi? Dönmek, ne yöne doğru gidildiğiyle değerlendirilmek zorunda değil midir? Bütün dönüşlerin yönü ille de geriye değildir. Dönüş de bir gidiştir, bir yolculuktur ve bütün gidişler gibi ciddi bir karar, cesaret ister. Dönüş yönleri geriye olanlara gelince, onlar hiçbir şey değişmemiş sanısı veren eski şehir/kasaba /köylerine dönseler de orada artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Eski hamam görünüşte aynı kalsa da eski tas artık değişmiştir. Hem zaten artık eski hamam da daha eskidir… Kim daha kazançlıdır ? Giden mi, kalan mı? Peki geri dönen, o bir yenik midir? Geri dönüş bir yenilgiden çok bir yeniden başlayış olabilir mi? Çok gören mi, çok gezen mi, yoksa çok kalan mı mutludur? Bana sorarsanız, gitmek ve kalmak bütün karşıtlar gibi birbirini kendi içinde taşırlar. Her giden biraz kalmayı, her kalan da biraz gitmeyi ister. Bu nedenle görünüşte hep giden ve gitmeyi göze alan biri olsam da asla terk etmedim. Belki yufka yüreklilikten, belki gidişimi kolaylaştırması için benden önce yanımdaki kişinin, içinde bulunduğum sistemin veya derin koridorlarında kaybolduğum düş ve projelerimin beni terk etmesini bir şekilde hazırlayarak yollara düştüm, yollara çıktım, …yorum, …cağım. Yaşadıkça, sağlığım ve enerjim elverdikçe… Hep! Bu nedenle olmalı, her gidişimde benden geride kalan bir parçanın ağrısı oturur midemin üstüne…Ve yine aynı karşıtlar ikizliği nedeniyle her gidişte bir ferahlama, uçucu bir heyecanın başdöndüren bir özgürlük soluğu… Oh işte yine gidiyorum! İşte yine yollardayım,yaşasın! ve Ah kimbilir ne zaman, yeniden ve nasıl göreceğim…? Benim oyum gerektiği ve/ya istendiğinde gidebilmekten yana oldu şimdiye kadar. Bu nedenle ben ‘Şehir’ şiirini ‘Bir Şehre Gidebilmek’ olarak algılayıp, yaşayanlardanım. Yaşam, bütün haksızlık, bütün keder ve düş kırıklıklarına rağmen ayağa kalkıp, yeniden yola koyulabilmek, yaşam bir şehre gidebilmektir! New York Şehri’ne bir yıllık bir yolculuk yapmak kararı da böyle alındı. Yolculuk başladı ve bu kez New York Şehri’ne gidildi.

*Şiir çev. Cevat Çapan

*****************

BUKET’in SEYİR DEFTERİ
Ahsen Erdogan
28 Mart 2000 RADİKAL Gazetesi

Şehir romantiği Buket Uzuner, New York’taki bir yılının güncesini kitaplaştırdı. Herkesin başka tatlar bulduğu kenti, seyyah ruhlu yazarın gözlüğünden görmek isteyenlere Buket’in seyir defteri İstanbul- Tezer Özlü, “Kalıplardan kaçmak için gidiyorum. Gitmekten yılmıyorum. Kentlere gitmek, kocalara gitmek, geri dönmek, ülkelere gitmek, tımarhaneye gitmek, gitmek, gene gitmek, gene dönmek, hiçbir şey yıldırmayacak beni. Yaşamı GİTMEK olarak algılıyorum” demişti. Uzuner’in de yaşama güdüsünü harekete geçiren temel eylem ‘gitmek.’ Gitmek ile kalmak arasındaki karşıtlıkta oyu hep gitmekten yana oldu. En çok da şehirlere… “Yaşam, bütün haksızlık, bütün keder ve düş kırıklıklarına karşın ayağa kalkıp yeniden yola koyulabilmek, yaşam bir şehre gidebilmektir” çünkü. Bu yüzden Osla’da, Montreal’de, Tampere’de, Helsinki’de, İzmir’de yıllarca yaşadı. “Anne olana dek gitmek benim için dönmeyi hiç düşünmemek, belirsiz bir süre için orada yaşamak, belki de oraya yerleşmek demekti. Yani, içinde biraz tehlike taşıyan bir durumdu. Ama şimdi, benim için en önemli şey oğlum neredeyse oraya dönmek. Öncelikler beni kanatan gitmelerdi, şimdi ise dönüşü planlanan geziler” dese de yine gidiyor Uzuner. New York bir düştü New York, ABD’ye her gidişinde geçtiği her geçişinde de aklına takılan ‘düş’tü. Kaçınılmazdı, bu düş gerçekleşecekti. Bu kez, ‘üç kişilik izci grubu’ olarak tanımladığı ailesinin diğer iki üyesini, oğlunu ve eşini de yanına alarak gitti ve bir yıl yaşadı New York’ta. “Bir yıl yaşadı New York’u’ demek daha mı doğru? Bu yaşantının sonunda ortaya çıkan ‘New York Seyir Defteri’ adlı kitaba bakacak olursanız, evet. Zor şehirler New York Seyir Defteri, Uzuner’in oradayken günce şeklinde tuttuğu notlardan oluşuyor. Vahşi kapitalizmin, küreselleşmenin, yabancılaşma olgusunun merkezi addedilen, gel gör ki dünyada sanatla, bilimle uğraşan herkesin yüzünü çevirip ilgiyle izlediği bu çılgın kent, belki de üzerine en çok kitap yazılan birkaç şehirden biri. Ama herkesin New York’u kendine. Uzuner’de Buket Uzuner’in New York’unu anlatmış. Doğal olarak İstanbullu, Türkiyeli ve Doğulu bir yazarın referanslarıyla, ama on yıl sonra okunduğunda 1999’un New York’u hakkında fikir veren kitap olması ölçütünü de elden bırakmayarak. “Bu kitap bir gezi rehberi değil, bir edebiyatçının gezi notlarıdır”diyor Uzuner. “Kitabın sonuna eklediğim gezi rehberi de çok öznel seçimleri içeriyor. New York’a gitmek isteyen birisi rehber olarak Buket Uzuner’in kitabını almaz. Ama ayrıca edebiyatı seviyorsa bir de onu alır.” Büyük kentlere olan tutkusunun nedeni “her an her şeyin olabileceği” duygusunu yaşatmaları. Ama her büyük kent, heyecan verici olamıyor. “Örneğin Köln’ü bir Avrupa şehri yapmak için çok uğraşıyorlar, inanılmaz sıklıkta festivaller düzenliyorlar, ama olmuyor işte. Karizmatik insanlar gibi karizmatik kentler de vardır. Kentin ilk ortaya çıktığı gün bile var olan bir karizmadır o. New York, İstanbul ve Paris böyle şehirler. Bunlar aynı zamanda çok zor şehirlerdir, ancak romantikseniz buralarda mutlu olabilirsiniz. Sırada “Uzun Beyaz Bulut: Gelibolu” var. Üç yıldır üzerinde çalıştığı ama New York serüveniyle kesintiye uğrayan kitap, konusu günümüzde geçen, ama 1915’e, Gelibolu Savaşları’na dönüşlerle kurgulanan bir savaş romanı. O da bir ay içinde okurla buluşacak, New York Seyir defteri nisan ayının başında Remzi Kitabevi tarafından yayınlanacak. İlk beş bin baskısı defter şeklinde, birinci hamur kağıda renkli baskılı olacak.

Not: Sonraki 3 baskı da spiral basıldı(3×5000 adet)

***************

GEZİ EDEBIYATI
Prof. Gürsel Aytaç

1 Haziran 2000 Cumhuriyet KİTAP Dergisi New York Seyir Defteri

Gezi notlarının edebiyattan sayılıp sayılmayacağı, genel edebiyat biliminde bir tartışma konusudur, derken “edebiyat”ı “sanatlı yazın” anlamında söylüyorum. Özellikle imgebilime bolca malzeme sunan seyahatnameler arasında tarih boyunca elçilerin, elçi eşlerinin, dış ülkelere sıkça giden tüccarların izlenimlerini aktardıkları yazıları, salt edebiyat değerlerinden çok aktardıkları sosyolojik bilgi ve Türk imgesi, Alman, Fransız, Macar… imgelerinin ipuçları bakımından verimlidir. Bu kitapların gezi meraklısı okuyucularca aranır olması da tabiidir. Seyahatnamelere tür olarak giren, ama yazarlığını kanıtlamış edebiyatçıların gezi yazılarını kurmaca dışı edebiyattan saymak gerek. Bunlarda dile, üsluba, edebilik ölçütlerine önem verildiği, yazarı başka eserlerinin yanı sıra bir bütün olarak tanımada, değerlendirmede edebiyat bilimci için de yararlı olduğu kesin. İsviçreli tiyatro, roman, deneme yazarı Max Frich’in gezi notlarını dilimize çevirirken bu gerçeği bizzat yaşamıştım. Onun bir Avrupalı olarak Amerika’daki izlenimlerini değerlendirdiği yazısı “Amerika Karşısında Böbürlenişimiz”i Buket Uzuner’in “New York Seyir Defteri”ni okurken sık sık hatırladım. Konumları farklı bu iki yazarın izlenimlerini karşılaştıracak değilim, ama bu tür bir karşılaştırmadan ilginç sonuçlar çıkabileceğini meraklısına hatırlatmak isterim. Bir “seyahatname” Remzi Kitabevi, Buket Uzuner’in Seyir Defteri’nin defterliğini, kitabın kapak tasarımında da yansıtmak istemiş olacak ki alışılmadık bir kapaklama tekniği ve metin boyunca da hoş ftoğraflar, çizimlerle süsleme gerçekleştirmiş. “New York Seyir Defteri”, yazarının edebiyatçı olduğunu haykıran bir “seyahatname” : Yaşadıklarını, izlenimlerini dile getirirken, neyi nasıl yazmalı konusunda kafa yoran, yazma eylemine ilişkin düşüncelerini zaman zaman okuyucuyla paylaşan, onunla sohbet eden bir yazarla karşı karşıyayız. Sohbet tonu ise bu seyahatnamenin kolay okunurluğunu, dolayısıyla çok okuyucu bulacağını garantiliyor. Okuyucuyla söyleşi havasına birkaç satırlık örnek, “Şaraphane ve Çamaşırhane Entellektüelleri” bölümünden: “Benim kısaca Tekel ya da (sadece şarap ve Akdeniz’deyken rakı sever biri olduğumdan) Şaraphane adını verdiğim ‘Grog store’ları araştırırken, 18. yy’da denizcilerin içkilerini sulandırmakla meşhur olan amiral Edward Vernon’un takma adının ‘Groy’ olduğunu öğreniyorum. (Bu bilgi ne işime yarayacaksa? Buyrun artık sez de öğrendiniz, hayırlı olsun” (s.76) Kitabın ikinci bölümünü oluşturan “20. Yüzyılın sonunda New York’tan İnsan Manzaraları” , on üç portre tanıtıyor. Bunlar, Buket Uzuner’in tanıştığı, yaşama üsluplarıyla ilgisini çeken kişilerin portreleri ve New York’taki hayat hakkında okuyucuya üç boyutlu bilgi aktarıyor bu satırlar. Yurtdışına çıkan hemen herkesin kendini alamadığı karşılaştırma hevesi türlü tablolara vesile oluyor. Kah Türkiye’nin eksiklerine, kah kıymetini bilmemiz gereken artılarına dikkat çekiliyor. “Genç, Güzel, Sarışın, Ama Akıllı” başlıklı portrede Carol’un okuduğu kolejle ilgili şu satırlarda olduğu gibi: Colombia College’de kadınların kabul edilme tarihiyse 1983 yılı. Hayır, yanlış okumadınız, burası Amerika Birleşik Devletleri… Demokrasi ve insan haklarının cenneti olarak lanse edilen bu ülkede 1983″ten önce bazı okullara kadınlar kabul edilmemekteydi. Ne diyeyim? Ben sustum siz konuşun! Sanırım kanuni haklar konusunda çok şanslı olan Türkiyeli kadının asıl eksikliği, talep etmeden bu haklara sahip oluşunun hüzünlü şanssızlığında saklı… Çünkü talep etmek cesaret ve bilgi gerektirir.” (s. 57) Bu yönde karşılaştırmalara ikinci bir örnek “Romantik Posta Memuru” portresinden şu satırlar: “Benim dünya gezginliğim de pullarla zaten”,diyor. “Sizin uçan halınız gibi ben de pullara binip uçuyorum. ‘Uçan Halı’nın bize değil, Arap folklörüne ait olduğunu anımsatmak için ağzımı açıyorum ama bütün Müslüman ülkeleri tek bir kültüre indirgemek cehaleti ve körlüğüne inatla devam Batılıları eğitmekten bıkmış olarak susuyorum. Oysa İngilizler ve Amerikalılar aynı dili ve dini paylaşmalarına karşın ne kadar farlı kültürlere sahip olduklarını sık sık hatırlatıyorlar bize” (s. 54) Feminist belirtiler Karşılaştırmalarda alıntıladığım kadın hakları konusuna ilişkin bulgulara dönmek ve bu bağlamda Buket Uzuner’in üslubunda gözden kaçmayan feminist belirtilere değinmek isterim. Amerika izlenimleri arasında kadına, meslek kadınına, anneliğe konu olarak ağırlıklı yer vermesi dışında “insanoğlu”, “ilim adamı” gibi yerleşik deyimlerin yerine “insan kızları ve oğulları”, kadından söz ediyorsa “bilim kadını” ifadesini kullanması, dilde ataerkil söylemi sarsmaya yönelik yaygın bir “feminist üslup” uygulaması. “New York Seyir Defteri” , görmüş geçirmiş edebiyat ve genel kültür donanımlı, uyanık, eleştirmeyi bilen, gördüklerini değerlendiren bir gezgin bayanın “seyahatnamesi” olmakla New York’u bir Türk bayan romancısının gözüyle okurlarına yansıtıyor. Bu eserin İngilizce’ye çevrilerek Amerika’da yayımlanması New York’lulara ayrı bir tat vaat ediyor.

Prof. Dr. Gürsel Aytaç New York Seyir Defteri / Buket Uzuner/ Remzi Kitabevi/ 191 s.

Satın Al