Ayın en çıplak Günü


Herkesin yaşamında çıplak günler vardır; savunmasız, iddiasız, direnmesiz, gösterişsiz, öylece…

Yalın ve kendi halinde.

İçine kimsenin kabul edilmediği, alınmadığı, hani o ‘en yakınlar’ın bile..

Bu kitaptaki öyküler benim en çıplak günlerimde yazıldılar.

“Kıvırcık saçlı kadın, ilk kez korkmadan altı yıl boyu çekinerek sakladıklarını çıkarttı, gözünün önüne serdi. İnsanın en korkunç sırları kendisinden sakladıklarıdır. Kocasını, onun kendisiyle ilgili en küçük şakayı kaldıramayışını, kendini uyurken bile önemseyişini, karısının problemleri söz konusu olduğunda işlerinin aniden yoğunlaşmasını, altı yılı dolduran hep onun kitapları, filmleri, dostları, sorunları, iş kaygıları, plakları, rı, rı, rıları düşündü.”

 


2000’e DOĞRU DERGİSİ
Mayıs’ ın en çıplak günü

Çevrebilimci olarak, lisansüstü çalışma ve araştırmalarını Kuzey Avrupa, Kuzey Amerika ve Kuzey Afrika’da sürdüren, eğitim ve yolculuklarını sürdürebilmek için garsonluk, gazete satıcılığı, aşçılık, bulaşıkçılık, çocuk bakıcılığı, İngilizce öğretmenliği, laboratuar tüpü yıkayıcılığı gibi işler yapan Buket Uzuner, 1977’den beri sanat ve edebiyet dergilerinde öyküler ve makaleler yazıyor. Çeşitli gazetelerde de çalışan Uzuner, ilk olarak 1986’da yayımlanan Benim Adım Mayıs’la olumlu eleştiriler almıştı. Cemal Süreya “Buket’in öyküleri fazlaca muzir adlar taşıyordu, buna benim gibi bir adam bile takılmak gereği duymuştu.” diye yazmıştı o günlerde. İkinci öykü kitabı Ayın En Çıplak Günü, toplam dokuz öyküden oluşuyor. Üç üniversiteli arkadaşın, sekiz yıl aradan sonra bir araya gelişlerinde yaşadıkları sancıyı, her sabahki gibi uyanan genç bir erkeğin kadın olduğunu dehşetle fark etmesini, Galata Köprüsü’nün barındırdığı acıları, anıları, iki kadının aynı erkeği sevmesini ve kendi kişiliklerinde oluşan gelişmeyi kara mizah ve sürrealizm kaynaşmasında başarıyla dile getirmiş genç bir yazar. “Herkes için mutlaka bir ‘ayın en çıplak günü’ vardır. Bu öyküler, benim aylarımın en çıplak günlerinde yazıldılar. Bir araya gelince ayın En Çıplak Günü ortaya çıktı” diyen Uzuner’in şu günlerde üçüncü öykü kitabının hazırlıkları içinde olduğunu da belirtelim.

12 Mart 1989
Tunca Arslan

 

UZUNER’in YENİ KİTABI
Muzaffer Uyguner, Mart 1989 VARLIK Dergisi

Buket Uzuner’in yeni yayimlanan ikinci kitabının adı Ayın En Çıplak Günü’dür(1). İlk kitabı ise Benim Adım Mayıs’tı. İkinci kitabında kaç öykü var? Kitaba bir dizin eklenmediği için bunu hemen söylemek olanağımız yok. Tek tek sayabilirseniz, galiba dokuz öykü olduğunu söyleyebilirsiniz. İlk kitabı için yazdığımız bir yazıda “öykülerindeki uygulayım, klasik öykü disiplinine ve anlayışına bağlanamaz/…/ belki de her öyküsünde yeni bir uygulayımla çıkıyor karşımıza dersek, gerçeği söylemiş oluruz. Ancak bu değişik uygulayım, bir arayıştan çok ustalığa erişme belirtisi olarak değerlendirilmelidir” diye yazmıştık.

Yeni kitabında, uygulayım ve kurgulama yönünden önemli bir noktaya erişmiş görünüyor. Gerçeküstü bir anlayışla yazılan bu öykülerde, insanımızın, daha geniş bir görüş açısıyla insanın psikolojisi ele alınmıştır. Fransız yazarı Jules Verne’in düşülkesel yapıtları bugün gerçekleşmektedir, diye düşünürsek Uzuner’in öykülerindeki yaşantılarında gerçek olmayacağı söylenemez. Kitabın ilk öyküsü “Shangri-LA”da şu satırları okuyoruz: “İnsanlar, roman, öykü, sinema gibi kurgu eserlerin kahramanlarına pek benzemezler gerçek hayatta. Çünkü gerçek hayatta gözle görülen parçalar, insanların ölmüş kısımlarıdır. İnsanın asıl oluşuysa, koşullanmamış irade kısmıdır”(s.10). İşte, Uzuner, insanın “koşullanmış iradesini” temel yaparak öykülerini kurgulamaktadır. “Olmamız gerekenle kendi oluşumuz arasındaki farklılıkların yarattığı berbat düş kırıklıklarının altında ezilmek”te olan insanların, olmamız gereken ülkelerdeki yaşantıları bu öykülerin konusudur. Öykülerde insanlar vardır elbette. Ama, onların bir de düş kurabilme yetenekleri bulunduğu, düşsel ülkeler yaratabilme yetenekleri olduğu gözönünde tutulmalıdır. “Yerli Filmlerle Büyümüş Kız Çocuklarından Birisi” adlı öyküdeki kız, filmlerin neden kendi yaşantılarına uymadığını düşünür ve yanlışlığın nerede olduğunu sorar kendi kendine. Gerçek ile düşselin bir yargılamasıdır bu, diyebiliriz. Uzuner, gerçek üstücü bir anlatımla, gerçek yaşamdaki durumları, karamizahın aydınlığında ortaya koymaktadır. İlk öykü “Shangri-LA”daki kişi, trafik kazası sonrasındaki koma halinde, bütün gerçek yaşamını yeniden yaşar, umutsuzlukları, terslikleri, çarpıklıkları yeniden belliğinden geçirir; sanki, bu komadan çıkmamayı ister. O sırada düşsel ülkeden, onun düşsel ülkesinden “Shangri-LA”dan gelen kadın ona yeniden hayat verir. Böylece, yaşadığı çarpıklıkların olmadığı düşsel ülkenin insanı olup çıkar. “… hayal güçlerini boğup, geliştirememiş insanlar dünyayı ve uzayı coğrafya atlaslarından, NASA’dan izlerler ancak. Shangri-LA uzakta, çok güzel bir ülkedir. Haritada bulamazsınız. Kendi haritasını kendi çizen herkesin bir Shangri-LA”ı vardır””(s.16) “Bir Erkeğin Dayanılmaz Bilinçaltı Tutkusu”nda, erkeğin kadın oluşu ve kadın olarak yaşadığı bir günün öyküsüdür. Böylece kadına karşı davranışların terslikleri, toplumsal yaşamdaki çarpıklıkları eleştirilir. Bu, toplumsal eleştirinin güzel bir örneğini veren değişik bir öyküdür. “St. Petersburg’da Feador Diye Biri” adlı öyküde, düşlere dalıp bir düşsel ülkede Dostoyevski’nin yaşadığı tarihte ve ortamda onunla bazı gerçeklerin tartışmasını buluruz. “Üç Kişilik Ağıt” öyküsü, ” üç üniversiteli arkadaşın sekiz yıl aradan sonra bir araya gelişlerinde yaşadıkları sancının geri dönüşlerle, nostaljiden çok özeleştirel bir türküsü” olarak nitelenmektedir.

Fantezi ve karamizahın ağır bastığı “Kuşku” her yönüyle çok başarılı bir öyküdür; kitabın da en iyi öyküleri arasında sayılmalıdır. Kurgusal başarı, olayların bu başarılı kurgu içinde verilmesi, anlatımdaki dirilik ve güzellik, okuyanı hem düşündüren, hem duygulandıran dili öyküye tam bir yapısal sağlamlık kazandırmaktadır. Son yıllarda yazılan en başarılı öykülerden biridir bu öykü. ” Bir Kadının Yaşamında En Önemli İki Şey” adlı öyküde, içerik ağır basmıştır, anlatım içeriğe yenik düşmüştür. “Önceki ve Sonraki Kadın” , gerçeküstü bir kurgulama ürünüdür; ama, gerçek yaşamda da çok rastlanan bir olguyu diye getirir. “İki kadının sevdiği aynı erkeği paylaşması sırasında, aslında kendi kişiliklerinde oluşan gelişmenin, kadın-birey oluşunun öyküsüdür”. “Althusser Şimdi Ne yapıyor?” adlı öyküde Galata Köprüsü’nün yıkıma hazırlanışı anımsanarak yaşlanmanın sızısı dile getirilmiştir. “Yerli Filmlerle Büyümüş Kız Çocuklarından Biri”adlı son öykü, ” bütün iyi niyeti, özgüveni, eğitimi ve aklına karşın çocukluğundaki ‘yerli filmler’le özdeşleşen ve toplumca desteklenen bağımlı, ürkek, beceriksiz ve pasif kadın modelinin güçlü kollarıyla kendisini boğmasını önlemek için savaş veren kadınla, aynı modelin mutsuz ettiği kocasının” öyküsüdür.

Uzuner, bu kitabındaki öykülerinde gerçeküstücü bir kurgulama ve anlatım içinde, genellikle toplumumuz insanının yaşamını çeşitli yönleriyle ele almış ve eleştirel (toplumsal eleştiri ya da özeleştiri) bir yöntemle değerlendirmiştir. Uzuner’in öyküleme tekniği, öykücülüğümüze değişik bir hava getirmektedir. Anlatımdaki ustalığının ayrıntılarına girmeyi gereksiz buluyoruz. Ama, öyküler okundukça, bunun bir ustalığa eriştiğini söyleyebiliriz. Buket Uzuner’in bu kitabındaki öykülerinde kadın teması ve kadın kişiler ağırlıktadır. Öykülerinde, toplumu ele aldığına göre erkekler ve çocuklar da yer alır elbette; ama, bu kitaptaki öykülerinde kadınlar ve kadın sorunları, kadın psikolojisi, içsel yaşantısı, düşselliği önemli yer almaktadır.

İlk öyküde erkeğin ön planda olduğunu söyleyemeyiz. Uzuner, bu kitabında, kişilerin dış betimlemelerine fazla önem vermemiştir. İlk kitabında, “kişi betimlemelerine önem vermesinden ötürü, onu, Memduh Şevket Esendal öykücülüğüne yakın”bulmuştum. Bu kitabındaki öykülerinde karamizaha ağırlık vermesi ve bunu sezilebilir bir incelikle yapması bakımından Esendal’a yakın sayabiliriz. Bu yakınlık elbette bir etkilenme değil, bir anlayış yakınlığıdır. Kişilerin dış görüntülerini vesrmesine örnek olarak bir iki kişiyi alabiliriz. “Üç Kişilik Ağıt”da, Ayşe’yi şöyle betimler kısaca:” Ayşe yıllardır hiç değiştirmediği kısa, kumral saçları, iri çerçeveli miyop gözlükleri ve birbiri ardına eklediği sigarasıyla”(s.56). Aynı öyküde Suna,”bal rengi, kıvırcık saçları, yumuşacık çizgileri, ela gözleri, uçuk pembe teniyle” betimlenir.(s.57) Dış görünüşlerinden çok, Uzuner için kişilerin içsel yaşantıları, çevreyle ilişkileri, insancıl sevgileri , düşsel ülkelerdeki düşlemeleri önemlidir. Zaman içinde, güncel yaşamları içinde bu düşsel ülkelere gidişler, gerçek yaşamla karşıtlıklar, toplumdaki ayrılıklar dile getirilmiştir. Gerçeküstücü anlatım için birçok yazar örnek olarak gösterilebilir. Bu kitapta, Uzuner’in gerçeküstücü anlatımında bir değişik çizgi buluyoruz. Bu çizginin nereye kadar uzanacağı, hangi boyuta erişeceği sonraki öykülerinde görülecektir.

1.Buket Uzuner, Ayın En Çıplak Günü, Öyküler, Boyut Yayını İstanbul 1988, 118 sayfa
Muzaffer Uyguner

 

AYIN EN ÇIPLAK GÜNÜ / Buket Uzuner / Boyut Yayınları / 120 s.

RAGIP DURAN
Mart 1989 ÇERÇEVE- CUMHURİYET

Buket Uzuner bilinenlerden farklı bir “kadın öykücü”. Mesleki ve coğrafi spektrumu çok geniş açılı. Akademi, reklamcılık, turizm, gazetecilik mecralarında emek sarfetmiş, İstanbul, Kemer, İskandinavya, Ankara ve Leningrad adlı semtlerde öykü yazmış. Nüfus kağıdında meslek hanesinde çevrebilimci yazıyor olmalı. Ten ve ruhunun kimlik kartında ise “yazar” Uzuner’i belirleyen üç niteleme, genç, modern ve kentli olsa gerek. Öykücünün morötesi ışınlı gözlemleri var. Bilinçaltındaki iffet ve nefret bahçelerini, berrak suluboya biçimiyle sergiliyor. “Kadın” ve “erkek” kahramanlarına, ilk kitabı, “Benim Adım Mayıs”ta olduğu gibi, değişik renkli güneş gözlükleriyle bakıyor. Sade, gösterişsiz ama akıllıca, işlenmiş bir üslubu var Uzuner’in. Fantastik ve düşlü bir kalem. Kapak tasarısı çok başarılı olmasa da, “Ayın En Çıplak Günü”nde, gri, “humor”lu, tan ya da grup zamanı, okunan zeytinyağlı dokuz öykü var.

 

Satın Al