Balık İzlerinin Sesi


Balık İzlerinin Sesi – Anne tarafından Afife Jale’ye akraba oluyorum. Babamın kökleri de Piri Reis’in amcası Kemal Reis’e uzanır, dedim gururla.
– Camille ve Kolomb gibi mi yani? dedi şaşırarak.
– Hiç kimse bir başkasına benzemez! diye hırçınlaştım.
– Afife Piri! dedi hayranlıkla.
– Afife Piri! diye yineledim.
– Denizlerin serüvenci oğluyla, sahne ışıklarının cesur, asi kızının torunusun, müthiş… olağanüstü… Anlamalıydım… Çoktan anlamalıydım…

 

Eleştiri – Kritik

Ütopyanın Sonu

Prof. TALAT HALMAN

Cumhuriyet Gazetesi- Kitap Eki 1 Nisan 1993 Sayı: 162 “Balık İzleri’nin Sesi” Buket Uzuner Ütopya’nin Sonu – Prof.Talat Halman*

Buket Uzuner’in son romanı “Balık İzleri’nin Sesi”, içerdiği görüşler nedeniyle oldukça sert eleştirilere uğradı. Talat Halman’ın bu kitap üzerine yazdığı ve İngilizce olarak yayımladığı yazısının çevirisini sunuyoruz. Yergici bir alegori olmakla, bu yitirilen cennet romanı entelektüel seçkincilik, masumluk yokluğu ve absürdün zaferiyle eğleniyor. “Cyrano de Bergerac ağladığını gizlemiyor. Brooks Nin kırmızı tırnaklarını çıtır çıtır kırıyor, Jeanne d’Arc basamaklara çökmüş, başı öne eğik, Latince’ye benzer sesler çıkartarak, bir şeyler mırıldanıyordu. Anders Grieg nota defterinin başına oturmuş, harıl harıl yazıyor, Roni Chagall, dev bir göz boncuğunu parlatıyordu. Parveen Nehru yere bağdaş kurmuş… Aurora Sand…saçlarını…parmaklarıyla tarıyordu. Carmen de Cervantes ancak kendisinin duyduğu bir müziğe kapılmış, ölümcül bir flamenko dans ediyordu. Galilei gitmişti, öbürleri sessiz bir saygı duruşundaydılar. Cengiz Han bile üzgün görünüyordu. Merdivenleri indik. Romain’in neşeli sesi gürledi; – Nedir bu haliniz Allahaşkına? Gören de yas tuttuğunuzu sanacak, bize bir aşk şarkısı çalsanıza! Dansa başladık.”

Türkiye’nin en büyüleyici yazarlarından biri olan Buket Uzuner’in son yazdığı coşkulu romanı Balık İzleri’nin Sesi’nde yer alan belli başlı roman kişilerinden kimileridir bunlar. Bu kişiler, Uzuner’in becerikli ellerinde bir güç gösterisi niteliği taşıyan trajikomik bir maskeli balo için ilginç bir kadro oluştururlar. İsimlerinin de imlediği gibi, gerçekte hepsi, ünlü tarihsel kişilerin torunları, ikinci benlikleriyle ya da soluk taklitleridir. Aynı zamanda Uzuner’i de temsil eden “kadın kahraman”, ben-anlatıcı Afife, bir erken onaltıncı yüzyıl Osmanlı amirali ile (Amerika haritasıyla ünlüdür; Columbus’un özgün haritasının günümüze dek ulaşan en eski kopyasıdır bu harita) Türkiye’nin ilk Müslüman Kadın oyuncusu Afifa Jale’nin soyundan gelir. Romain Gary, kişiliğinin incelikleri ve akıl gücüyle ona ve romana hakim olur. Bugün otuz yedi yaşında olan Uzuner 1980’de altmış altı yaşında intihar eden Romain Gary’yle hiç karşılaşmadı. Ona, romanları, macera dolu yaşamı ve kişiliği yüzünden tutuldu. Onunki, bir kahramana tapınma vakasıdır. Romain Gary’yi belki de aldatabileceği tek adamın Hermann Hesse olduğunu itiraf edecektir Uzuner. Kısa süre önce yapılan bir röportajda “1988 ve 1990 arasında, yıllar önce ölmüş bu sevgili yazara yüzlece mektup yazdığını” açıkladı, ancak bu mektupları bir kitap olarak yayımlamak yerine “aşktan başka bir şey olmayan hayranlığı” yüzünden bir roman kotarmaya karar verdi. Gary’nin gerçek yaşamı serüven, çok yönlülük ve güçlüklerden oluşan bir mucizeydi. 1914’te Romain Kacew olarak Vilnius’ta doğmuş ve çocukken Paris’e götürülmüştü. Hukuk okudu ve Fransa’nın en büyük nişanlarını kazanarak II.Dünya Savaşı”da pilot olarak kahramanca savaştı. Bir diplomat olarak Gary, Birleşmiş Milletler, Los Angeles, Sofya, Londra ve Bern’de hizmet verdi. Romancı ve yaşamöyküsü yazarı Lesley Blanch ve aktris Jean Seberg’le evlendi. Zaman zaman Emile Ajar takma adını da kullanarak, filme uyarlanıp başarı kazanan Cennetin Kökleri ve Hep Bu Aşk İçin adlı romanları dahil, iki düzineye yakın roman yayımladı. Uzuner’in Gary’si yaşamöyküsel gerçeklikten yoksun değildir, ancak onu, belki de gerçek yaşamdakinden çok daha karmaşık bir biçimde, çekici bir karakter olarak geliştirerek birçok yönüyle yeniden yaratır. Burada Gary, bir hayalci ve kinik, bir kahraman ve soytarıdır; parlak ve donuk, duyarlı ve kederli, güçlü ve incinebilirdir. Şeytansı bir kişilik olarak, anlatıcı Afife’yi ve yazar Uzuner’i yönlendirir. Gerçekte, onları şehitlere dönüştürür, ancak, ironik olarak, kendisi de bir şehit olur sonunda.

Türk romancılarının yarattıkları kurmaca kahramanlarının pek azı psikolojik oluşumları bakımından Gary kadar karmaşıktır. Bu postmodernist harmanın başlığının İngilizce’ye sözcüğü sözcüğüne çevirisi “The sound of the traces of fish”tir. Büyüleyici biçimde çeşitlilik gösteren oyunu kadrosu gibi, romanın kendisi de garip bir birleşimdir; bilim-kurgu, romans, polisiye roman, yergici alegori, macera anlatısı, psikolojik dram, kara komedi, absürd tiyatro ve ütopik idealizm. Uzuner’in görkemli gösterisini özetlemek hem basittir hem de olanaksızdır. Birleşmiş Milletler, bir İskandinav kentinin yaklaşık kırk kilometre dışında kurulu Fantolt adlı bir yerde dünyanın her yerinden seksen sekiz sıradışı bireyi bir araya getirmek için cesur ve yeni bir deneye girişir. Bu “bir avuç seçilmiş”, ayrıksı ve entelektüeller, Birleşmiş Milletler’in sıradan insan yığınlarına karşı görünüşte rekabete soktuğu seçkin topluluğunu oluştururlar. Uzuner sıradan insanları ısrarla “normaller” diye adlandırır, ancak “seçilmişler”e asla anormal…

Çağdaş edebiyatımızda bir ütopya: Balık İzlerinin Sesi

Bir Kaçış Romanı

Cumhuriyet Kitap, 18 Haziran 1992, sayı :121 Balık İzlerinin Sesi / Buket Uzuner / Remzi Kitabevi, İstanbul: 1992 / 218 s.

Prof.GÜRSEL AYTAÇ (Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Alman Dili ve Ed. Böl.)

“Üstün” insanların sıradan olanlar karşısındaki yeri, dünya edebiyatı ve kültür tarihi boyunca sık sık irdelenmiş bir konudur. Üstünlerin sıradanlara yol gösterici olarak yetiştirilmeleri, genellikle toplumcu görüşün yelpazesinde işlenirken, bireycilik, üstünlerin, seçkinlerin, amacı kendinde bir ideal olarak ele alınmasını öngörür. Seçkinlerle yığının aslında birbirine muhtaç olduğu bir gerçekken, bu zorunluluğu bir an için görmek istememek, seçkinlere apayrı, ancak kendileri arasında ütopik bir dünya düşlemek de yazarlar için zaman zaman çekici bir konu olmuştur. Çağımızın ütopyalarına Batı edebiyatından Hermann Hesse’nin “Glasperlenspiel” (1943), bizden de Peyami Safa’ nın “Yalnızız” romanlarını anmak isterim. Buket Uzuner, yeni romanı “Balık İzlerinin Sesi”yle seçkinler ütopya zincirine bir yeni halka ekliyor. Kitabın motosu, içeriği hakkında okuyucuya sunulan bir özdeyiş: “Sıra dışı, büyük insanlar, daima sıradan zekaların şiddetli muhalefetiyle karşılaşırlar.” 219 sayfalık roman, başlıklı beş bölümden oluşuyor: Başlangıç, Gelişme, Asıl gelişme, Sona Doğru, Asıl son. Başlangıç’ta özel olarak dünyanın çeşitli ülkelerinden seçilmiş burslu öğrencilerin bir Kuzey ülkesinde toplanmaları, henüz alışılmamış bir roman üslubunda anlatılıyor: Ben-anlatı tarzında. Bu “ben”, Afife Pirî. Kökleri Afifa Jale’yle Pirî Reis’s uzanıyor. Kitabın ilk sayfasında “kurmaca” özelliğin altı çiziliyor ve kişilerin birçok sanatçı ve bilimadamıyla adaş oluşunun tamamıyla bir hayal ürünü olduğu vurgulanıyor. Seçkin öğrencilerin yerleştirildiği tesis “Fantolt”, hayattan, dünyadan yalıtılmış haliyle Hesse’nin Kastalien’ini çağrıştırıyor. “Kentin kırk bir kilometre dışında, nefis bir ormanın Kuzey yeşili çamları içinde, dağların eteklerine, anayoldan adamakıllı içeriye ustaca gizlenecek biçimde inşa edilmişti. Son derece dinlendirici, huzur verici, yalıtılmış, sessiz, sakin…” (s.19) Birleşmiş Milletler’in dünyanın her yerinden topladığı seksen sekiz seçkin öğrenci, bir yıl süreli bir pilot projesi çerçevesinde, “normalliğin” dışında bir özgürlük içinde çalışacaktır. “Balık İzlerinin Sesi”nde normal insanlar ve seçkinler iki kutup oluşturuyor. Ve bu siyah-beyaz tablo, roman boyunca işleniyor. Fantolt sakinlerinin çalışma programının ereğini şu sözlerle özetliyor Buket Uzuner: “daha çok bir azınlık olarak aralarında yaşadığımız normal insanların davranış ritmlerini çözmeye yönelik” (s.32) Ben-anlatıcının kurduğu arkadaşlıklar, daha doğrusu sürdürdüğü ilişkiler, Bachmann’ ın “Malina”sını andırıyor: Kadın varlığının akıl ve duygu gibi iki karşıt gücüne hitap eden iki ayrı erkeğe aynı anda bağlanma. Anders ve Romain’e aynı anda duyduğu ilgi ve sevgi konusunda ben-anlatıcı içinden şunları geçiriyor: “Mantıklı, sevecen, güvenilir bir erkeğin sakin, huzurlu, dost sıcaklığındaki sularında dinlenen kadın beyninin keyifli doyumunu düşledim. Duygulu, coşkulu, sorumsuz ve çılgın bir başka erkeğin, serseri, heyecanlı, sürpriz dolu dalgalı denizinde ter içinde boğuşmanın serüven lezzetiyle ölüp ölüp dirilen dişi ruhunun doyumunu düşledim sonra da. Bu ikisi aynı erkekte asla yaşanamaz! Ve bu ikisine de gereksinen kadını düşledim keyifle.” (s.86) Fantolt’ta, ulusallığı bir ufuk sınırlaması olarak niteleyen bir eğitim görüşü egemen. İnsanın doğduğu topraklara gerektiğinde veda edebilmesi isteniyor. Ben-anlatıcıya göre “bağnaz bir ulusalcılığın yakasına yakışma tehlikesi belirir” aksi halde Buket Uzuner seçkinlerini uluslararası, evrensel bir eğitim kurumunda yetiştirmeyi düşlüyor. Burada düşman, yabancılar değil, sıradan insanlar. Çoğunlukta oluşları bir tehlike olarak algılanıyor: “Düzenin, disiplinin, aktörenin ve tekdüzeliğin güvencesini tehdit ettiğimiz için bizi yok etmek isteyenler de onlar. Eğer çoğunluk, hak’kın tek ölçütüyse…” (s.120) “Asıl Son”, romanın bence asıl ütopik bölümü. Bir bilimkurgu senaryosu âdeta. “Yerçekimine karşı bir çeşit manyetik alan yaratarak, üç boyutlu bir aracı yürütebilirsiniz.” “Evlerin bir yanına takılmış enerji bobinleri (…) Güneş panelleriyle toplanan enerji, bobinlerin içinde hızlandırılarak depolanıyor.” (s.185) Sanat tarihinin bütün büyük eserlerinin orjinalleriyle donatılmış altıgen bir ev v.s. bu bölümün esrarengiz mekânının yalnızca bazıları. “Balık İzlerinin Sesi”, ütopya türünün dayandığı eleştirel tutumu (sıradan çoğunluğun normal ölçülerine öfke) sık sık yansıttığı gibi düşsel bir dünyanın özlemini (seçkinlerin kendilerini dürüst ve saygın bir şekilde evrensel ölçütlerle gerçekleştirebilmeleri) de etkileyici değişik bir üslupla veriyor. Romanda zaman zaman yadırganabilecek çeviri lezzeti, bence böylesi bir uluslararası-ulusal üstü eğitim ütopyasına aslında hiç de aykırı düşmüyor.

Buket Uzuner’i romanımızda estirdiği bu yeni havadan dolayı kutluyorum.

Buket Uzuner Balık İzlerinin Sesi’ ni Anlatıyor:

“Bütün sıradanlığımıza karşın hepimizin içinde bir sıradışı yatar.”

Haziran 1992 VARLIK

Dört yıl önce, Akdeniz’de sıcak bir yaz günü (Antalya 1988) Romain Gary’nin (Emile Ajar) ‘Yalan Roman’ adlı romanını okudum. O sıralar ‘Güneş Yiyen Çingene’yi yazıyor, bir yandan da “Ayın En Çıplak Günü’ne yayınevi arıyordum. ‘Yalan Roman’ iki saatte yutularak okunan, bittiğinde de insanda yalnızlık ve boşluk duygusu yaratan kitaplardandı. Aynı geceden başlayarak, Romain Gary’ye yollanmak üzere mektuplar yazmaya başladım. İki yıl sonra, çoktan aramızdan ayrılmış bu sevgili yazara (1980’de intihar etmişti) yazılmış yüzlerce mektup vardı defterlerimde. Aslında yeni bir kitap projesi de böyle doğar. Fakat Romain Gary’ye “Yalan Mektuplar’ başlığıyla yazdığım mektupları bir kitap haline getirmekten kaçışımın kendimce haklı nedenleri vardı. Birincisi, Romain Gary’ye olan derin hayranlığım-ki, aşk bir hayranlıktır ve hayranlık boyunca yaşanır-benzeyen yanlarımızın doyumsuz lezzetini yalnızca kendime saklama kıskançlığıydı. İkincisi, ‘Balık İzlerinin Sesi’nin (kısaca BİS diyeceğim)NORMAL ve SIRADAN insanlara ve değer yargılarına sarsıcı bir eleştiriyle yaklaşan bir felsefeye sahiti ki, bu eleştirinin tonu yer yer suçlayan, sataşan, dışlayan noktalara varıyordu. Acaba benim metafor olarak kullandığım NORMALlik anlaşılacak mıydı? Çünkü konu yanlış anlamaya çok müsaitti. O zaman bu romanı, BİS’i (romanın ilk adı Metafor’du) kendime saklamaya karar verdim. Ben yazarken aylarca roman/öykü karakterlerimle canlı bir ilişki içinde yaşar, kimi zaman onlarla tartışır, paylaşır roman bittiğinde de onlardan ayrılmanın sıkıntısını duyumsarım. Yakın çevremdekiler bu dönemde benden adamakıllı çekerler, ama kaçacak delik bulduklarında oraya da ulaşır ve yazdıklarımı anlatırım . İşte BİS’in bu döneminde çevremdeki herkesin kendini NORMALlerden dışladığını ayrımsadım. Yani hiç kimse SIRADAN veya NORMAL olmayı kabullenmiyordu. O zaman BİS romanının hemen herkesin içinde yatan farklı, aykırı, sıradışı kişiyi yakaladığını hissettim. Beni tahrik eden de bu oldu. O içimize sakladığımız gizli çılgına, deliye, dahiye dokunmak duygusu… Çünkü bütün sıradanlığımıza karşın hepimizin içinde bir sıradışı yatar. Roman değişik uluslardan seçilmiş seksensekiz özel insanın NORMALLERİN dünyasından uzakta yaşamak üzere biraraya gelişlerinin öyküsü. Kendilerini birer dahi olarak gören bu insanlar, kısa bir süre sonra ülkelerine sorun olan deliler olarak seçildiklerini (hatta tecrit edildiklerini)ve NORMALLEŞTİRİLMEK üzere biraraya toplandıklarını dehşetle ayrımsarlar. Bu dahi/deliler arasında ülkemizi Afife Piri adında genç bir kadın temsil etmektedir ve aynı anda iki seçkin erkeğe aşıktır. Erkeklerden biri yaratıcılık, zeka, incelik ve güzelliği temsil eden çok yakışıklı bir ideal, öbürü güveni, dostluğu, sürekliliği temsil eden yaşlı bir bilgedir. Yani her kadının bir erkekte boşuna aradığı o iki farklı özellik yine iki ayrı erkekte bulunmaktadır.. Balık İzlerinin Sesi bir ütopya arayışı olduğundan romanin kahramani Afife Piri’nin de bir kadın olarak kadınlık ütopyalarından en ezeli olanı üzerinde bir ikileme düşmesi romanın kaçınılmaz bir bağlantısı olarak karşımıza çıkar. BİS, kitaplarım arasında en çok kendim için yazmış olduğum sayılabilir. Hem zaten delilikle dahilik arasındaki o ince çizgiyi kim görebilmiş ki…

Buket Uzuner

Temmuz 1995 PAZARTESİ Dergisi

Balık İzlerinin Sesi – Buket Uzuner

“Balık İzlerinin Sesi’ni sekizinci baskıdan sonra okuduğum için kendime kızdım. Zira yazarın romanında tanımladığı “seçkin” ya (da)??? “normal olmayan” insanlara dahil olmadığım halde “normallik”ten kaçma isteğini sıkça duyarım… Hiç olmazsa yazarın “normal olmayanlar” için kurduğu dünyanın biz “normal”lerin dünyasından çok farklı olmadığını daha önce fark etmiş olur, teselli bulurdum. Romandaki “normal” olmayanların mekanı bir seçkin öğrenciler yurdu. Birleşmiş Milletlerin “normal uzmanları” tarafından seçilmiş 80 seçkin kişi dünyanın dört bir tarafından oraya toplanmış. Yazara göre “normal olmayan ve normal olmamak için direnen” bu insanlar, seçkin yazar, akademiker, şair, müzisyen, ressamlar… “Hiçbir not, derece, unvan, şan, şöhret kaygısı olmadan (aslında ihtiyaçları da yok, zaten ünlüler) insanların birbirlerine bilgi ve deneyim aktardıkları” “Aşka Suikast, Sahip Olmanın Patolojisi, Ait Olmak Sendromu, Yönetmek Fobisi” gibi ilginç konulu konferanslar yapıyorlar Roman asıl olarak bu seçkinlerin birbirleriyle ilişkilerini konu ediyor. Orada gerçek ile düş zaman zaman iç içe geçiyor. Örneğin ünlü yazar Romain Gary’ nin yaşam hikayesinden kesitler, onun kimi düşünce ve anıları. Buket Uzuner’in renkli, coşkulu, duygu yüklü fantezileri ile birleşiyor. Romanın baş kahramanı Türkiye’yi temsil eden 21 yaşındaki seçilmiş öğrenci Afife Piri, Romain Gary ile “bir insanı sevmek, bir insana aşık olmaya dönüştüğünde oluşan mucizeyi” yaşıyor. “Aşk ve şefkatin aynı erkekte bir istisna olarak bulunuşu” ile karşılaşıyor. Afife öyle bir cinsellik yaşıyor ki, “cinselliğin bütün öbür halleri artık renksiz, tatsız ve yoksul kalıyor. Bu öyle bir aşk ki Gary, Afife’yi çok sevdiği için, aşkını korumak için onu terk ediyor. Çünkü “korunmayan aşk bozuluyor, çürüyor ve çabucak yok oluyor. Ardında kötü kokular ve çirkin görüntüler bırakarak…” “Balık İzlerinin Sesi” bence normal olmayan yaklaşımı dışında hoş bir roman. Uzuner’in akıcı bir uslubu var. Coşkulu, duygu yüklü tasvirlerden bazan altını çizecek denli etkilenebiliyorsunuz. Hatta bazan anlatılanlarda kendinizi buluyor bazan da imreniyor “keşke” diyorsunuz.

Hülya P.

Satın Al