Ne mutlu ‘Cumhuriyet yaşasın’ diyene!


“Cumhuriyet’imizi 200. yılına bizler taşıyacağız, çünkü bizler biliyoruz ki kadınsız devrim, kadınsız uygarlık, kadınsız refah, kadınsız huzur ve mutluluk, kadınsız hayat yoktur, olmamıştır, olamaz.”

BUKET UZUNER

Bundan tam 24 yıl önce beni arayıp “Türkiye üniversiteleri, basını, meslek kuruluşları ve 81 ilin valiliklerinden oluşturulan jürinin oylarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin 75’inci yılında iz bırakan 75 kadın arasında seçildiniz, kutlarız” dediler.

Bunu henüz beklemiyordum, ya da kendime bile fısıldamaya cesaret edemeden, içimden, “80-90 yaşlarımda belki… O da belki?” diyordum. Bu yüzden, o güzel haberi duyunca şaşkınlığım sevincimi bastırdı. Henüz kırk yaşımın başındaydım ve daha önümde yazacak çok kitabım vardı. Bugünden dönüp bakınca, o şaşkınlığımın özünde aslında “Cumhuriyet Kadını” kavramını yoğun sorumluluğunun yattığını anlıyorum.

“Cumhuriyet Kadını” denince, çocukluğumda posta pullarındaki fotoğraflarında her gördüğünde annemin gururla andığı Halide Edipler, Sabiha Gökçenler vardı aklımda. ‘Kurtuluş ve Direniş Savaşımız’da cephede savaşan Kara Fatmalar, Şerife Bacılar… Sonra o özgürlükçü devrim meşalesini gururla devralan annemin kuşağı kadınlar vardı sırada. Her yıl, kadına seçme ve seçilme hakkından, Medeni Kanun’la kazanılan kocasını seçme ve istenmeyen koşullarda boşama hakkına kadar her yıldönümünü Atatürk’ü çiçek ve dualarla anıp kutlayan, bunların önemini öğrenci kızlara hiç üşenmeden tek tek anlatan o kuşak.

Benim de aralarında anılmak onuruna sahip olduğum “Cumhuriyet’in 75’inci yılında 75 iz bırakan kadın” arasında Semiha Berksoy, Mina Urgan, İdil Biret, Türkân Saylan, Halet Çambel, Adalet Ağaoğlu, Müzeyyen Senar, Lale Aytaman, Muazzez İlmiye Çığ gibi her biri kendi mesleklerinde cesaret, irade ve adanmışlıkla dünya çapında başarılı, muhteşem değerler vardı. Onlarla aynı listede yer almaktan onur duyduğumu söyleyip sevinçten havalara uçmak yerine, ağzımdan “Ama ben daha gencim!” sözleri dökülmüştü. Bu sözleri ne planlamış ne de arzulamıştım. Tamamen bir refleksti. Telefondaki kişi, “Zaten siz içlerindeki en genç Cumhuriyet Kadını’sınız” dedi, nezaketle.

Daha sonra bu tepkisel yanıtla sevincimi neden bastırdığımı çok defalar düşündüm, analiz etmeye çalıştım. Her defasında verdiğim ilk tepkinin aslında yaşla pek ilgili olmadığını biliyor fakat bunun arkasındaki gizli nedeni bulmaktan sanki ürküyordum. Nedeni bulmaktan kaçındığımız ama kendinizi de kandıramadığımız durumlarda çoğu kez aynı şeyi yaşarız. Çünkü insan en çok korktuğu şeyi en fazla kendisinden gizler. Evet, endişelenmiş, gerçekten tasalanmış olmalıydım. Bunda da haksız sayılmadığımı, şimdi daha iyi anlıyorum.

20’nci yüzyıl başında Osmanlı Devleti’nde nüfus sayımlarında sadece erkeklerin ve büyükbaş hayvanların yani öküz ve ineklerin nüfustan sayıldığı, ama kadınların canlı kabul edilmediği, eğitim, eş seçme, çalışma ve giyim-kuşam özgürlüklerinin de olmadığı bir toplumdan, tüm eksikliklerine karşın bunların tamamının KISMEN kazanıldığı “Cumhuriyet’in Kadınları” -ki, bu “Türkiye Cumhuriyeti Kadın Vatandaşları” anlamındadırlar- yaratmış bir toplumun insanlarıyız. Tüm eksikliklerine rağmen. Cumhuriyet’in kazanımlarını koruma mücadelesi günümüzde hâlâ devam ediyor. Bugün “Kadın cinayetleri” adını kimin koyduğu bilinmeyen ama tahmin edilen “erkeklerin kadın kıyımı” ne yazık ki, katillere caydırıcı ceza verilmediği için devam ederken, biz kadınlar “Bedenimiz, giyim-kuşamımız, cinsel eğilim ve hayat tercihlerimizle hayatlarımız bize aittir!” diye haykırmaya, önümüzü açmış tüm kadınları şükranla anarak devam ediyoruz. Özgürlükler mücadeleyle kazanılır ve korunur.

İşte bundan 24 yıl önce bana da lâyık görülen o onurlu ödüle verdiğim çocuksu tepki; insanın kadın, çocuk, bilim ve tabiat odaklı mücadelesine katılmış benden önceki o cesur ve güçlü kadınların arasına artık benim de ismen-resmen katıldığım ilan edilmiş olduğu için artan mücadele sorumluğuna karşı olmalıydı. Ürkmüş olmalıydım.

Oysa insan yaşı, bilgisi ve deneyimleri arttıkça hayatta her şeyin devamlı hareket halinde olduğu ve değiştiği fizik kuralını bazen burnu sürterek, acıyla; bazen de gülümseyerek ama sonunda mutlaka öğreniyor. Bu yüzden hiçbir zulüm ve haksızlık gibi hiçbir kazanım ve yenilik de sonsuza dek kalmaz! Bu yüzden zamanının en üstün yeniliği ve devrimi de yenilenmek, zamana göre yeni baştan kurulmak ve korunmak için mücadele ister. Mücadele akılla, bilimle ve ortak zeminde farklılıklarımızın zenginliğinde uzlaşarak yapıldığında kazanan kesinlikle özgürlükleri savunan bizler olacağız. Çünkü bir defa dünyanın en zor koşullarında başardık, tüm dünyayı hayrete düşürerek kazandık; bir defa başaran yine başarır. Atatürk’ün dediği gibi: Kendi içimizde huzur ve barışı kazandığımızda dünyada da kazanacağız.

Cumhuriyet’imizi 200’üncü yılına bizler taşıyacağız, çünkü bizler biliyoruz ki kadınsız devrim, kadınsız uygarlık, kadınsız refah, kadınsız huzur ve mutluluk, kadınsız hayat yoktur, olmamıştır, olamaz.

Yaşasın akılla kurulan Cumhuriyet! Yaşasın kadın, çocuk, erkek ve tabiatla bir arada hayat!

Yazan: Bir Cumhuriyet Kadını

Bir yorum ekleyin

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir