Orhan Duru’yu okudukça onunla aramızda güçlü bir ortak edebî damar keşfetmiş, kendimce edebî bir akrabalık bağı kurmuş, bunu bir gün kendi kitaplarım yayınlanıp kendimi yazar olarak hissettiğimde ona açıklamaya karar vermiştim.
Orhan Duru bilim-kurgu hikâyeleri yazar, senin mutlaka ilgini çeker! demişti Attilâ İlhan. Bu ismi daha önce duymadığıma utanarak, belleğime kazımak için içimden tekrarlamıştım. Moleküler biyoloji okumaya heveslenen fenci bir öğrenciydim, ama memleketin bilim olanaklarının yoksulluğu ve bilim felsefesindeki yobazlığı nedeniyle isyan ediyordum. Aynı zamanda dönemin bütün edebiyatsever ve yazar olmak arzusuyla yanıp tutuşan gençleri gibi sıkı bir Varlık dergisi okuruydum, hâlâ öyleyim. Sanıyorum Varlık Dergisi’nde okumuştum Orhan Duru’nun bir hikâyesini, ama derginin adını yanlış anımsıyorsam da kızmaz, bilirim. Belki Varlık’a kâfiyeli bir ad bulur, hemen söyler ve konuyu kapatır: o kadar incelikli ve zariftir Orhan Duru. Zamanla dille oynamaya bayılan, muzip ve incelikle sarsıcı hikâyelerinin tiryakisi oldum. Az yazıyordu, az görünüyordu, sanki ortada olmayı çok istemiyordu.
BIYIK ALTINDAN GÜLEN ADAM
Orhan Duru’yu okudukça onunla aramızda güçlü bir ortak edebî damar keşfetmiş, kendimce edebî bir akrabalık bağı kurmuş, bunu bir gün kendi kitaplarım yayınlanıp kendimi yazar olarak hissettiğimde ona açıklamaya karar vermiştim. Çünkü ikimiz de edebiyatta oyun oynamayı, acı ve hüznü mizahın neşeli görünen ama şok edici maskesi ardında anlatmayı seviyorduk. Fakat o yazdıklarına bıyık altından gülmeyi tercih ediyor, bunu konuşmayı sevmiyor, karşılaştığımızda sanki o hınzır, oyuncu ve mizah yaramazı Orhan Duru’nun ayrı yumurta ikiziymiş gibi ciddi ve mesafeli davranıyordu. Herhalde yazarken eğleniyor, diye düşünürdüm.
Biliyorsunuz, bilim-kurgu edebiyatımızın en çorak alanlarından biridir. Gezi edebiyatı da öyleydi, ama son yıllarda seyahat etmeye başlayan Türklerin sayısı artınca aralarından yazarlar da çıkmaya başladı. Ancak bilim üret(e)meyen bir toplumda nasıl bilim kurgu yazılabilir ki? Aslında bilim ve kurgu üreten toplumların kendi dillerinde ‘science-fiction’ adını verdikleri bu güzel edebiyat türüne hem de yılar önce Türkçe ad verenin de Orhan Duru olduğunu öğrendiğimde artık onun hikâye ve denemelerini bilen bir okur olarak şaşırmamıştım. Öğrenince şaşırdığım şeyse, onun tanınmış bir edebiyatçı ailenin damadı olduğuydu. İyi edebiyat çevirileri kadar güçlü karakteriyle de unutulmaz Sezer Duru’nun eşi olan Orhan Duru, dolayısıyla önce hikâyeleri ve kadınlık cesaretiyle büyülendiğim, hayattayken benim gibi pek çok kadın yazar adayının önünü açan yazarlardan Tezer Özlü ve farklı, cesur üslubuyla yine bizim kuşakları etkileyen yazarlardan Demir Özlü’nün de enişteleriydi. Eğer bu bir Orhan Duru bilim-kurgusu değildiyse(!) onlar gerçekten sıra dışı, güzel bir dörtlüydü!
Fen ve mühendislik okumuş edebiyatçıların kurgularındaki sağlamlıktan bahseden edebiyat teorileri vardır. Buna ne kadar katılırsınız, orasını bilmem ama Orhan Duru’nun da bir fenci olduğunu öğrendiğimde ben buna şaşırmamıştım, ancak onun bir veteriner olduğunu duyunca hayat boyu başıma dertler açan çıngıraklı kahkaham şehirlerarası frekansıyla fırlamıştı dudaklarımdan. Çünkü hem hayvan sevgim hem de veteriner fakültesine yazılmak için öğrenci işlerine kadar gidişimle yine ortak bir yanımız çıkmıştı ortaya.
Daha sonraları kitap fuarında, imza günlerinde karşılaşmalarımız ve kısa konuşmalarımızda artık yayınlanmaya başlayan kitaplarımı takip ettiğini anlıyor, yorumlarını dikkatle dinliyor, sevinçten uçuyordum. Dünyadaki ender mucizelerden biri, sizi işiyle, sanatıyla veya öğretmenliğiyle etkilemiş/ size emeği geçmiş birinin bir gün sizin de işinizi beğenmesidir. Orhan Duru, 1997’de sanat yazıları yazdığı Yeni Yüzyıl gazetesinde o yıl yayımlanan ve üzerine pek çok polemik yapılan ‘Kumral Ada-Mavi Tuna’ romanım için ‘Buket Uzuner’in iç Savaşı’ başlıklı bir yazı yazdı. Nesnel, âdil ve açıklayıcı olan bu yazıdaki eleştirilerilerini elbette ciddiye aldım, ama o roman hakkında çıkan onlarca yazı içinde belki bir tek onun ‘…Toplumumuzun yaşadığı ‘iç savaş’ konusuna tam zamanında parmak basıyor’ demesindeki cesareti hiç unutmadım.
USTAMA EL SALLADIM…
Ancak bir hata yaptım, yüksek frekanslı kahkaham gibi başıma dert açan bir başka özelliğim yüzünden Orhan Bey’le uzun edebiyat ve rakılı ‘Ne olacak bu bizim memleketin hâli’ sohbetleri edemedim. Başkalarının, özellikle değer verdiğim insanların mahremiyetine aşırı saygılı olma huyum -ki bir hastalık- hani sevdiği yazara yapışıp sevgisiyle boğarak rahatsız eden okurlardan olmak endişesiyle Orhan Bey’e onunla şöyle uzun uzun sohbet etmek arzumu bir türlü söyleyemedim. Olmadı. Böylece zaman aktı ve geçti, o da geçen kıfl babamla aynı gün aramızdan ayrıldı, gitti. Ben geçen yıl bu sayfada babamı anan bir yazı yazdım, şimdi yıldönümünde Orhan Duru’yu analım istedim. Ama bu yazı burada bitmedi. Geçen ay, Ankara’da Türkiye Bilişim Derneği’nin 10’uncusunu düzenlediği Bilim-Kurgu Hikâye Yarışması ödül töreninde önceki yıllarda onun oturduğu jüri sandalyesinde otururken, edebiyatın usta-çırak işi olduğunu bir kez daha görüp kendisine el salladım. Sonra ondan ve ‘bilim-kurgu’nun Türkçe mucidi olduğundan bahsettik ve hep birlikte onu andık. Ha… sormayı unuttum: Hani o bana imzaladığı ‘Yeni ve Sert Öyküler’ adlı kitabının arka kapak fotoğrafında omzunda oturan kedisi var ya, acaba o, kedisi olan binlerce yazar arasında bir tek kendisinin aynı zamanda veteriner bir sahibi olduğu için ne kadar şanslı olduğunu farkında mıydı? fianslı!
OKUDUKLARIM
Fettan Vişne,
Günahkâr Elma
(Ayşe Kilimci- Oğlak Yay.) Yemek kitapları moda oldu diye değil, meyve ve sebzelere edebi yoldan ilan-ı aşk ediyor bu güzel kitap.
GÖRDÜKLERİM
Fransa’da devam eden ‘Türkiye Mevsimi’ kapsamında Kültür Bakanlığı ile iKSV tarafından Paris Ulusal Galeride açılan ‘Bizans’tan istanbul’a’ sergisi gerçekten muhteşem! Pazartesi sabahı bile tıklım tıklım… Fransızların doldurduğu sergi bizi Bizans’tan başlayan geçmişimizle ve etkili bir sunumla anlatıyor.
Avatar (Yön:James Cameron) Kim ne derse desin bir sinema şöleni, eğlenceli ve düşündürüyor. Geç mi kaldık, diye…
DiNLEDiKLERiM
Benim Adım Orman (Şebnem Ferah)
Ne yazsa ve bestelese, ne söylese dinlediklerimden biri Şebnem Ferah. Aslında kendi besteleri ve sözlerini yazan ne kadar az kadın şarkıcımız var!