PEN Uluslarararası Yazarlar Dernegi 1921 Londra”da kurulan, bugün Türkiye dahil dünyada 104 ülkede 145 merkeze sahip asıl amacı yazma, düşünme ve yayınlama özgürlüğü konusunda her türlü sansüre karşı dayanışma olan saygın bir sivil yazar organizasyonu. Türkiye PEN’i 1950″de Halide Edip Adıvar tarafından kuruldu, Yaşar Kemal bizde Margaret Atwood Kanada, Harold Pinter İngiltere, Arthur Miller ve Susan Sontag Amerika’da PEN başkanlığı yapmış değerli yazarlardan yalnızca birkaçı… 2011 Nisan sonunda New York’ta yedincisi yapılan “PEN Dünya Sesleri Uluslararası Edebiyat Festivali”ne farklı kültürlerden 196 yazar katıldı. Açılış okumasının: “Suya Yazılan” (Written on Water), kapanışın da Nobel Ödüllü Nijeryalı iyi şair ve tiyatro yazarı Wole Soyinka tarafından “Sansür” başlığıyla yapılması, dünyanın ve Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi iklim bakımından da anlamlıydı.
PEN Festivali’nde benim yaptığım okuma ve söyleşilerden biri 29 Nisan’da New York Üniveristesi’ne (NYU) bağlı Fransız Evi’nde (La Maison Française) Belçikalı yazar Amelie Nothomb’la beraber gerçekleşti. Beş kuşaktır diplomat Belçikalı bir ailenin kızı olarak Japonya’da doğup büyüyen ve romanları Türkçe dahil on dört dile çevrilen Amelie Nothomb, bizde “Kıran Kırana” adıyla yayınlanan “Stupeur et Tremplements” romanıyla Fransız Akademisi Büyük Roman Ödülü gibi pek çok ciddi ödüle sahip bir yazar. Tam bu noktada kendi çevresinden insanların icat ettiği uyduruk ödül parçalarını biyografilerine kocaman yazanlardan bıkmış biri olarak artık edebiyat ödüllerinin ciddiyetini araştırmaya başladığımı da nacizane belirtmek isterim.
Amelie Nothomb, daha çok diyalog ve monologlar üzerine kurulu, “novella” denilebilecek kısa romanlarında ironi sanatını ustalıkla kullanan, zeki ve cesur bir yazar. Onun yıllardır başından eksik etmediği melon şapkayı andıran siyah iri şapkası artık neredeyse doğal bir organına, bir alemet-i farikasına dönüşmüş durumda. Aslında başkası taksa, çok yadırganabilecek bu tuhaf, siyah uzun ve kocaman şapka ona çok yakışıyor, özellikle benim gibi onun yazarlığının hınzır ve oyuncu yanını sevenler için Amelie Nothomb şapkası tam ona göre. İşte bir haftadır PEN Festivali nedeniyle New York sokaklarında boyundan büyük kara şapkası ve frak benzeri siyah takımıyla dolaşan bu ufak tefek kadının şimdiye kadar 71 roman yazıp bunlardan sadece 14 tanesini yayımlaması da beraber yaptığımız söyleşide öğrendiğim ilginç yanlarından sadece biriydi.
TENTEN’DEN SONRA KİTABI EN ÇOK TANINAN BELÇİKALI
Belçika denince akla çikolata, ressam Magritte ve Tenten’in (yazar ve çizeri: Herge) gelmesi kadar doğal ne olabilir? Tabii şu ikiye bölünme sevdaları ile AB başkenti de olan Brüksel’in utangaç güzelliğini unutmadan… Ancak, hemen belirtmek gerekiyor ki; kendisini hâlâ hayretle karşılamasına rağmen Amelie Nothomb da artık dünya çapında en ünlü Belçikalılar’dan biri olarak kayıtlara geçmiş durumda. Ana dili olan Fransızca yazmasına ve Paris’te yaşamasına karşın Amelie Nothomb’u dünyaya tanıtan ve benim de beğenerek okuduğum “Kıran Kırana” romanı gibi birçok eserinde Japonya ve Japon kültürünün etkisi çok büyük. Bence Japonya’yı düşünmeden ve anmadan Amelie Nothomb’u tanımlamak olanaksız. Japon kültürünün kendi yazı işlerindeki derin etkisinini, Japonya’da doğup, beş yaşına kadar orada büyümesi kadar, Japon kültüründeki katı kuralcılık ve kadınların sessizce ezilişine karşı duyduğu öfkeyle çatışan Japonya sevgisiyle açıklayan yazar, özellikle “Kıran Kırana” adlı romanındaki acımasız ve satirik Japonya algısına rağmen kitabın Japoncaya çevrilip, üstüste baskı yapmasını da Japon kültürünün takdir edilecek özelliklerinden biri olarak değerlendiriyor. “Eğer Çin olsaydı kitaplarım eleştirel olduğu için Çin’de mutlaka yasaklanırdı” demeyi de ihmal etmiyor. “Japonya’yı farklı kılan da bu meraklı yanı !”
Beş yaşındayken Japonya’dan babasının atandığı Çin’e taşınan Amelie Nothomb, Brüksel Üniversitesi’nde filoloji eğitimi aldıktan sonra, hayatı tanımak için ikinci vatanı saydığı Japonya’ya döndü. Ancak Japonya kollarını açıp onu beklemiyordu. Bir şirkette işe başladığında orada başından geçen traji-komik olayları anlattığı “Kıran Kırana” adlı romanı için: “ İş yerinde o kadar aşağılanmıştım ki, artık hayatta bundan daha fazla aşağılanamzdım! İşte böylece roman yazmaya cesaret edebildim” diyerek yaptığı açıklaması sohbetimizin mizah dozunu ve edebi değerini artırdı.
Şapkası kadar ünlü bir de dedikodusu olduğunu ona sorulan bir soru nedeniyle öğrendiğim Amelie Nothomb; romanlarını aslında kendisinin değil de yaşlı ve gizemli bir adamın mı yazdığı, sorusuna belli ki çok alışık ve serinkanlı biçimde. “ Öyle diyorlar ama bu yaşlı adamla hiç tanışmadık!” diye yanıt verdi.
HER SABAH SAAT DÖRTTE YAZI MASASINDA…
Kendisine Türkiye’de yayımlanan bir romanını armağan ettiğim Amelie Nothomb (o kitabını daha önce görmediğine şaşırdı) her gece sabaha karşı 04:00-06:00 arası mutlaka yazı yazdığını, bunun ruh sağlığına iyi geldiğini anlattı. Şimdi eğer hâlâ New York’taysa benim tam bu yazıyı yazdığım sırada o da masasına oturmuş, el yazısıyla kimbilir hangi hınzır, muzır ve keyifli kitabını yazıyor olmalı. Çok kişisel oldukları için çoğunu yayımlamadığı ama yok etmeye de kıyamadığı romanlarının kendi ölümünden sonra uzaya atılmasını vasiyet eden yazar, söyleşimizin sonunda sihirli süpürgesine binip salondan ayrılırken hiç büyümemeye yemin etmiş dişi bir Peter Pan ile Harikalar Diyarı’na saklanan bir Alice kadar güzeldi.
09.05.2011