GELİBOLU ROMANI YAZARINDAN GELİBOLU BELGESELİ HAKKINDA DÜŞÜNCELER:
‘ÇANAKKALE SAVAŞI GERÇEĞİ’ Nİ VAAD EDEN BİR BELGESEL: GELİBOLU
Vizyona gireceği haberleri başarılı ve büyük kampanyalarla duyurulan Tolga Örnek’ in Gelibolu belgeselini Türkiye’ de en fazla konuşulan ve okunan Gelibolu romanını yazmış biri olarak doğrusu merakla bekledim. Bazı nedenlerle İstanbul’ daki galasına gidemedim. 18 Mart’ ın 90. yıldönümü için Haluk Şahin’ in TV8′ deki zevkli-ciddi programı Derin Haber’ in konuğu olarak canlı yayına gittiğimiz gece Çanakkale’ de yapılan galayı da kaçırdım. “Artık sinemeda görürüm” derken, davet hiç de beklemediğim bir yerden; filmin büyük sponsoru Doğuş Holding’ den geldi. Kalabalık bir basın grubu içinde romancı kimliğimle tek kişi olarak ben de Londra’ daki Gelibolu belgeseli galasına gittim. Beğensek de beğenmesek de bir sanat ürününün yalnızca kendisinin değil, artık sunumu ve tanıtımının da büyük önem taşıdığı 21.yy dünyasında Doğuş’ un bu yaklaşımını önemli bir örnek olarak takdir edilmesi gerekir buluyorum.
Gelibolu belgeseli adına yakışır bir organizasyonla Londra İmparatorluk Savaş Müzesi’ nde (Imperial War Museum) kalabalık bir İngiliz-Türk gruba gösterildi. Belgesel, hiç kan göstermeden savaşı anlatan incelikli ve cesur anlatımıyla oldukça etkileyiciydi, bu açıdan yönetmen Tolga Örnek ve ekibini kutluyorum.
Gelelim bu belgeselin yoğun eleştirilere neden olan zayıf noktasına: Öncelikle ben ne bir belgeselci ne de tarihçiyim. Bu nedenle diğer olmayanların yaptığı hataya düşmeyeceğim; burada ne uzmanlık pozları atacağım ne de tarih-coğrafya âhkâmı keseceğim. Ben bir romancı, bir sinema izleyicisi ve Çanakkale Savaşları konusunda beş yıl araştırma yapmış bir edebiyatçı olarak konuşacağım.
Uzun Beyaz Bulut- Gelibolu romanını yazarken beş yıllık bir çalışma yaptığımı duyan hemen herkes bu zamanı en fazla hangi konuya ayırdığımı merak etmişti. Hâlâ da öyledir. Yanıtım hep: ‘Beş yıllık arazi, mekân, tarih, coğrafya araştırması içinde beni en fazla uğraştıran: “Çanakkale Savaşları öncesi ve sonrası Osmanlı-Türk tarihi, sosyolojisi ve ruh durumunu çözmek” olmuştur. Çünkü en zor ulaşılan, ulaşıldığında anlaşılması en zor olan konular bunlardı ve bunlar olmadan Çanakkale Savaşları’ nın Osmanlı ve Türk: yani BİZE AİT kısmı eksik kalacaktır. Romanı yazmaya başladığımda şu üç konuyu farkında olsaydım belki de elimi bu kadar ağır bir taşın altına sokmaktan korkardım ama başladıktan sonra, yani nasıl bir karanlıkta tek başıma olduğumu anladıktan sonra artık çok geç kalmıştım. Çünkü hemen bütün romancıların sahip olduğu bir o delilik dozundaki zaafla, önüme çıkan her zorluğu bir meydan okuma olarak görürek, bu zorluklardan neredeyse haz bile aldığımı itiraf etmeliyim. İşte Çanakkale Savaşları konusunda bir Türk romancı veya sanatçısının karşına çıkacak 3 büyük sorun:
- 1914 yılında Osmanlı İmparatorluğu’ nda okuma yazma oranı %5-6 idi ve bunların çoğu da gayr-ı Müslim’ di.
- Osmanlı askerleri arasında okuma-yazmayı bilenler bile mektup yazmayı sevmiyorlardı, okumak, yazmak, günce tutmak, belgelemek bir Türk- Müslüman geleneği, alışkanlığı değildi.(hâlâ öyledir) Mektup yazanların çoğu da ‘erkek ve asker adam’ın duygularını açmasının ayıp karşılandığı bir toplumsal düzende romancılar için kesinlikle can sıkıcı derecede kapalı ve düz metinler kaleme almıştı. Bu nedenle Çanakkale Savaşları’yla ilgili çalışan ve çalışacak herkes hep aynı birkaç nispeten cesur mektup etrafında dolaşırlar/ dolaşacaklar!
- Ulaşılmasına izin verilen Osmanlı kaynakları Osmanlıcadır ve Osmanlıca bilmeyen benim kuşağım için dili öğrenmek ciddi bir emek ve zaman işidir.
Uzun Beyaz Bulut-Gelibolu romanı bir kurgu çalışması olmasına rağmen 1914’de biri Osmanlı subayı, öbürü Yeni Zelandalı bir er olarak birbirlerine karşı savaşan iki genç adamın annelerine aynı tepe üzerinden yazdığı altı mektubu yazmak için üç yıl çalıştığımı bilen okurlar buna çok şaşırmıyorlar.
İşte tam bu noktada Tolga Örnek’in belgesel filmi, hakkındaki eleştirileri haklı çıkartacak kadar zayıf kalıyor. Yönetmenin filmi biraz aceleye getirdiği duygusu kadar, cömertce yararlandığı pek çok yabancı kaynağa karşın kendinden önceki başarılı Türk yapımı Can Dündar imzalı Gelibolu belgeselinden hiç yararlanmamış olması da bu zayıflığı iyice belirginleştiriyor. Televizyon formatında yapılmasına karşın (sonra CD-ROM) Can Dündar’ın ‘Gelibolu’nun İki Yakası’ adlı belgesel filmi ne kadar bizdense, Tolga Örnek’inki o kadar bize yabancı kalıyor. Öyle ki, o çok etkileyici ve müthiş sesiyle Jeromy Irons ve Sam Neil, Türklerin adlarını, özellikle Mustafa Kemal’i her telaffuz ediş(ler)inde kalbimizde derin bir soğukluk ve keder duyarak bir dahaki sefere belki daha iyisini başarır diye umutla (!) nefesimizi tutuyoruz. Elbette hamâsî bir duygu çoşkusu, ya da bir futbol fanatiği milliyetçiliğiyle belgeseli izlemekten yana değilim ama sonuçta ve ne sonuçtası, en başta; Çanakkale Savaşları’nın kaderini değiştiren bir strateji dahisinin, yani Mustafa Kemal’in de bu filmde bir figüran gibi kalmasına da gönül koyuyoruz.
Bunlar hâlâ bir romancının duygusal ve tabii uzman olmayan görüşleri olarak ele alınabilir ama filmin gereğinden fazla uzun (iki saat ?) olmasının bir açıklaması vardır herhalde. Bütün bunların ötesinde filmde konuşan Yeni Zelandalı, Avusturalyalı ve İngiliz tarihçilerin -ki; hemen tümü uluslararası başarı kazanmış, değerli araştırmacılardır- arasında bir tane Türk tarihçinin olmaması filmin en zayıf, hatta hazin yanıdır. Oysa hem sağ hem de sol kesimden tarihçilerimizin bu filmde çıkıp, görüşlerini belirtmeleri filme bizden, bize ait çok önemli bir belge ekleyecekken bu bfırsat kaçırılmıştır. Buna karşılık, bu kadar önemli yabancı araştırmacı ve tarihçilerin arasında Türkiye’yi temsilen kendisi ne tarihçi ne de akademisyen olan, bu konuda tek bir kitabı dahi bulunmayan Gürsel Göncü’nün filmde tercih edilmesi gerçekten anlaşılır gibi görünmemektedir. Bütün bu nedenlerle çok zengin bir sofradan aç kalkmış gibi ayrılıyoruz filmden. Müthiş bir malzeme içinde bizim mutfağın lezzeti dudağımızın kenarına azıcık bulaşmış gibi…
Gelibolu romanının yazarı, Gelibolu belgeselini izledikten sonra işte bunları düşündü. Eksiklerine karşın Tolga Örnek’in Gelibolu belgeseli içinde kan akmayan ilk Türk savaş belgeseli olarak önemlidir, değerlidir. Her yeni iş, her yeni, özellikle genç emek, kendisinden öncekilerden daha açılımlı, daha engin ve derinlikli olmaya eğilim yarattığı sürece ona destek verilmelidir. Sonuçta hepimiz bizden öncekiler den birşeyler öğrenerek ustalaşıyoruz. Bundan sonraki belgeselcilerin de Tolga Örnek’ten öğrenecekleri gibi…
Buket Uzuner
Cumhuriyet Gazetesi – Nisan 2005