“Cervantes’i bir edebiyat dehası olarak görmemin nedeni, kendinden önce hiç cesaret edilememiş biçimde, ‘güzellik’ ve ‘doğruluk’tan başlayarak temel ahlaki ve estetik kavramların, hatta gerçekliğin bile bize dikte ettirildiği şekilde kabul etme zaafımızı traji-komik bir karakter olan Don Kişot üzerinden inanılmaz bir zerafetle yüzümüze vurmasıdır. “Don Kişot”, şapşallığımızın evrenselliğini ve çoğunluğumuzun riyakarlığını incelikli olarak bize anlatır; büyük bir sevecenlikle başarır bunu!”
Farklıdır, edebiyat dünyası “Don Kişot” (Don Quijote) romanından sonra bir daha asla eskisi gibi olmamak üzere değişmiştir. Artık kahraman erkek karakterler, edebiyat tarihine geçen büyük laflar ederken insanüstü varlıklar gibi davranamıyor, ülküleri uğruna kendilerini feda ederkenbile bütün zaaflarıyla birer insan olduklarını saklayamıyordu. Don Kişot’tan sonra edebiyat, kahramanların da insan olduğunu bir daha unutmamak üzere hatırladı. (Kadın karakterleri ayırdım, çünkü onlar nasılsa mutlaka ölüyordu, kurgu karakter olarak bile ciddiye alınmıyordu. Kadınların yazmasına izin verilmesi ve Viginia Woolf’un doğmasına daha yüzyıllar vardı.)
Eğer Cervantes, “Don Kişot” romanını yazmadan önce Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı çoğunluğu Arnavut ve Kuzey Afrika asıllı denizciler tarafından esir tutulduğu Cezayir’de öldürülseydi ve bizler bu yüzden 400 yıl “Don Kişot”u okumamış faniler olarak bugünlere gelseydik, dünya bugünkünden çok daha fazla katlanılamaz bir gezegen olurdu. Yani, “Don Kişot” o kadar önemli, o kadar devrimci ve o kadar güzeldir! Don Kişot’suzluk dünyalı okurları, ama özellikle gelmiş geçmiş bütün yazarları öksüz bırakırdı. Cervantes, bu yüzden kendinden sonra gelen bütün iyi yazarların edebi babası veya dedesidir.
DON KİŞOT’U BU KADAR
,FARKLI YAPAN NE?
Dünya üzerinde bildiğimiz bütün yazılı metinlerde konu ve karakterler birbirine benzediğini söylemek abartılı olmaz. Konular, şöyle ya da böyle aşk ve ölümden geçer, karakterlerse kim olursa olsun, insana ait korku, sevinç ve/ya heyecanlarıyla aklımıza yazılan birer Homo sapiens’dir. Peki “Don Kişot”u farklı yapan ne? Neden bir çok yazar gibi ben de bütün sevdiğim muhteşem romanlar içinden tek roman olarak onu seçiyorum?
Bu sorunun pek çok yanıtı olabilir. Benim Cervantes’i bir edebiyat dehası olarak görmemin nedeni, kendinden önce hiç cesaret edilememiş biçimde, ‘güzellik’ ve ‘doğruluk’tan başlayarak temel ahlaki ve estetik kavramların, hatta gerçekliğin bile bize dikte ettirildiği şekilde kabul etme zaafımızı traji-komik bir karakter olan Don Kişot üzerinden inanılmaz bir zerafetle yüzümüze vurmasıdır. “Don Kişot”, şapşallığımızın evrenselliğini ve çoğunluğumuzun riyakarlığını incelikli olarak bize anlatır; büyük bir sevecenlikle başarır bunu!
Milan Kundera, ‘Zavallı Alonso Quijada’ adlı yazısına: “Yoksul bir köy asilzadesi olan Alonso Quijada gezgin şövalye olmaya karar vermiş ve kendine Mançalı Don Kişot adını takmıştır. Onun kimliğini nasıl tanımlarsınız? O olmayan biridir!”diye başlar. Yani, 1605 yılında ilk yayımlandığından beri dünyanın en çok okunan kitaplarından biri olan Don Kişot, aslında olmayan biridir ve Cervantes bu gerçeği okura daha romanın başından açıklar. Kundera: “Yoksul bir köy asilzadesi olan Don Kişot, roman tarihini varoluş üstüne sorduğu üç soruyla açtı. 1)Bir bireyin kimliği nedir? 2) Gerçek nedir? 3) Aşk nedir?” diye devam eder ve şöyle bitirir: “ (…) hazır-yorum perdesine işlenmiş gerçekleri kopya etmez. Cervantes, o perdeyi yırtma cesareti göstermiştir!”
Don Kişot, dünyanın pek çok yerinde ‘yeldeğirmenlerine karşı savaşan çılgın, zavallı, yaşlı bir adam’ olarak tanınır ve bildiğiniz gibi o vakte kadar bir kahramanının başına pek gelmedik biçimde romanın sonunda; öyle büyük laflar edemeyerek, havalı, gururlu biri olamadan yenilir, gider. Halbuki ondan önceki kitaplarda, onun özendiği bütün şövalyeler, kahraman erkeklerin yer aldığı bütün yazılı metinlerdeki gibi daima kazanır, eğer ölürlerse de vakarla, büyük laflar ederek ölürlerdi. Böylece Cervantes, kendinden önceki bütün üstün erkek- kahraman yazarlarına kafa tutarak, insan hayatının yenilgilerini çıplak, olanca trajikliğiyle ve komik olmayı göze alarak anlatmayı başarmıştır. Zaten bu devrimciliği ve ironi dehası yüzünden Cervantes kendinden sonraki bir çok yazarın edebi atası olur.
“Don Kişot” romanı Cervantes’in önsözüyle şöyle başlıyor: “Aylak okur, bu kitabın, zihnin düşünülebilecek en güzel, en akıllıca ürünü olmasını isterdim, buna yeminsiz inanabilirsin. Ancak, tabiat kanununa karşı çıkamadım; tabiatta her şey benzerini doğurur.” İşte bu önsöz, yerli ve yabancı edebiyat araştırmacılarının üzerinde tamamen anlaştığı bir olguyu yaratmıştır: “Cervantes, (Shakespeare gibi) edilgen bir okur yerine aktif, yorumcu ve modern bir okur beklentisi içinde olan ilk yazardır.”
Geçen yıl bir TV programı için Cervantes’i Türkiye’de bir de benim gözümden tanıtmak üzere Madrid’in Alcala de Henares kasabasına şimdi müze olan Cervantes Evi’ne gittim. TV programı nedeniyle tanışıp, “Don Kişot”un Türkçe çevirisini de armağan ettiğim müze müdüresi, dünyanın dört bir yanından gelen bazı turistlerin ,‘Peki Don Kişot’un odası hangisi?’diye sorduklarını söylediğinde yüzüme yayılan gülümsemeye engel olamadım. Bir yazar, yarattığı karakterin yüzlerce yıl sonra bile bu kadar canlı kalmasından başka ne(ler) ister! Müze müdüresine, Cervantes’in 1578-1580 yıllarında Cezayir’de Türk kadırgalarının kaptanı Arnavut Mami tarafından esir tutulsa da orada öldürülmediği için(!) Don Kişot’u yazabilmiş olması gibi tam Cervantesvari bir ironik sevinç duyduğumu anlattığımda bana tuhaf tuhaf baktığını sizden saklamayacağım. Yorumumu beğendi mi, bilmiyorum, ama Cervantes beğenebilirdi… Bu yazımı okuyan ey “Aylak okur”! Her kimsen, neredeysen ve ne durumdaysan, ister daha önce okumuş ol, ister ilk kez, haydi bul Don Kişot’u ve oku onu. Bak daha iyi anlayacaksın kendini ve dünyayı… Sonra göreceksin ki üzmeye değmez kendini ama savunacaksın onurunu! Yaşasın Don Kişot!
AYIN FİLMİ: DON KİŞOT (DVD) Peter O’Toole ve Sophia Loren’in oynadığı 1972 yapımı şahane bir müzikal Don Kişot yorumu (Yön:Artur Hiller)
AYIN MÜZİĞİ: MABEL MATİZ Adını ‘Kumral Ada-Mavi Tuna’ romanında Tuna’nın takma adı MABEL’den aldığını duyunca önce endişelendim. Ya beğenmezsem, nasıl söyleyeceğim, diye! Öyle olmadı, şarkı sözlerini ve ezgisini kendi yazan Mabel’i sahiden beğendim. Özgün, samimi, sahici bir müzisyen. Ada-Tuna severler özellikle Filler ve Çimen’e bayılacaklar.
Hoşgeldin Mabel Matiz!
09.07.2011