Osman Şahin’le Köy Enstitüleri’ne bir selam!


İyi yazarlar, ancak iyi okurların olduğu toplumlardan çıkar!

Osman Şahin’in hikâyeleri, Yavuz Turgul’un Züğürt Ağa; Atıf Yılmaz’ın Kibar Feyzo, Adak; Şerif Gören’in Derman, Tomruk, Kurbağalar, Kan, Firar; Erden Kıral’ın Ayna, Avcı; Bilge Olgaç’ın Gülüşan, İpekçe gibi Türk sinemasının unutulmaz filmleriyle çoktan girmiştir hepimizin hayatına. Edebiyat dergileriyle ve kitaplarla beslenen edebiyat okurları içinse Osman fiahin, Toroslar’ın bereketli ama dik yokuşlu hayat sesini edebiyatımıza taşıyan güçlü seslerden biridir zaten. Benim Osman Şahin’in müthiş hikâyelerinden çarpılmamsa henüz genç bir yazar adayıyken kendi yazdıklarımı heyecanla içinde aradığım Varlık, Türk Dili gibi edebiyat dergilerine tiryakiliğe başladığım yıllara rastlar. Ancak onun aynı zamanda ‘Köy Enstitülü’ bir yazar olduğunu öğrendiğimde kendisine hayranlığım büsbütün artmıştır. Çünkü ben ‘Köy Enstitüleri’nin fantastik roman veya filmlerdeki gibi muhteşem efsanevî kurumlar olduklarını düşünerek büyümüş bir kuşaktan geliyorum, bunu bilmeyecek kadar genç olanlara da kısaca anımsatmak isterim.
20’nci yüzyılın başında okuma yazma oranı yalnızca yüzde 7 civarında olup bunun da ancak yüzde 3’ü Müslüman ve erkek halktan oluşan, popüler deyimle ‘düğme veya çivi fabrikası bile bulunmayan’ bir imparatorluğun hoyratça parçalanmış yıkıntıları üzerinde kalan bu memleketin yoksul, yorgun, cahil ve cefakâr insanlarının zeki çocuklarını, kulun kula tapmadığı pozitif bir bilim anlayışıyla, insanları kadın-erkek diye ayırmadan, üstelik edebiyat ve felsefeyi de zanaat ve ziraat kadar değerli kabul eden bir zihniyetle ve tabii parasız eğitecek okulların adı Köy Enstitüleri’ydi. Köy Enstitüsü’nü bitiren gençler yalnızca ilkokul öğretmeni değil, aynı zamanda ziraatçılık, sağlıkçılık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk konularını da uygulamalı olarak öğreniyordu. Köy enstitüleri öğrencileri her yıl 25 tane klasik romanı okumakla yükümlüydü. Bu aydın köy öğretmenleri en az bir tane de müzik aletini çalmasını öğreniyordu. O koşullarda neredeyse bütün Anadolu’nun öğretmensiz olduğunu da sakın unutmayın. İşte 1940’ta (en canlı şairimiz Can Yücel’in babası) Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve adı daha sonra yüzlerce çocuğa verilen efsanevî eğitimci Tonguç’un emekleriyle kurulan ‘köy enstitüsü’ mantığı bizim bildiğimiz kadarıyla özetle buydu. Cumhuriyet Devrimi’nin yaratmak istediği yeni Türkiye’nin genç vatandaşları bu zihniyetle yetiştirilecekti. Yetiştirildi de. Aslında 1980’lere kadar TC Milli Eğitimi’nin ideal vatandaş anlayışı da bu yoldaydı. ‘Köşeyi dönmenin ahlâklı olmaktan daha değerli olduğu’ devlet adamlarınca henüz telaffuz edilmemişti. Alternatifi Fransız Sorbonne, Amerikalı Yale ya da İngiliz Cambridge gibi çok daha özgür düşünce kurumları olmadığı için ayrıca Çin ve Japonya hariç Doğumuzdaki ülkelere bakınca, özellikle bir kadın olarak ben, bütün eğri ve eksikliklerini eleştirmekle beraber o eğitim zihniyetini kendi zamanına göre doğru ve gerçekçi bulurum. İşte böyle yerli ve evrensel bir özgün model olan Köy Enstitüleri, birilerinin çıkarlarına zarar verdiği için çeşitli bahanelerle kapatıldığı 1954’e kadar 1308’i kadın 17.341 köy öğretmeni yetişmiştir. Aralarında Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Ümit Kaftancıoğlu, Mehmet Başaran, Osman fiahin ve Dursun Akçam gibi önemli yazarlar da bu okullardan mezundur.

İyi yazarlar, ancak iyi okurların olduğu toplumlardan çıkar!

‘Dört yanı sarp aşılmaz dağlarla tıkanmış, dünyadan yalıtlanmış, ıssız ortamların ağırlaştırdığı Toros köyümde, yarı pagan, Müslüman-fiaman karışımı göçebe kültürlerin harman olduğu ortamlarda geçti çocukluğum…’ diye anlatmaya başladığı kendi hayatıyla Türkiye tarihinin bir yanını da pek çok güzel hikâyesine ve dolayısıyla sinemamızın önemli filmine arka plan olarak inşaa eden Osman Şahin, onun edebî ve insani portresini resmetmeye çalışacağım bu yazıda Köy Enstitüleri’ne iltimas geçip öne çıkartmamı bağışlar umuyorum. Zaten ne zaman kendisiyle Moda’da (gezgin-yazar kızı Buket Şahin’in kulaklarını çınlatarak) kahve içmek ve edebiyat-sanat konuşmak üzere buluşsak, sohbetimizin ucu o efsane eğitim kurumlarına çıkar mutlaka. Çünkü bugün dünya eğitim tarihinde hâlâ inceleme modeli olan Köy Enstitüleri, gerçekten önemlidir. Diyebilirsiniz ki ‘Ne yani koskoca Yaşar Kemal, Köy Enstitüsü’nden mi yetişti?’ Hayır, ama Yaşar Kemal’in okurunun büyük kısmı oradan yetişen öğretmenler ve onların öğrencileridir. İyi yazarlar, ancak iyi okurların olduğu toplumlardan çıkar!

Mersin’in Arslanköy’ünde doğan Osman Şahin ise kendi deyimiyle ‘kıraç tepedeki domates fidanı’ gibi olan yoksul bir çiftçi ailesinin 13 çocuğundan biridir ancak bugün Sait Fâik, Orhan Kemal, Yunus Nadi gibi önemli sanat ödülleri sahibi bir yazar olarak sinemamızın ve edebiyatımızın yüz aklarından biri olmakla yetinmez, aynı zamanda yetiştirdiği yüzlerce öğrencisinin de gururu, rol modelidir. İlk hikâyesini filme çekmek için satın alan Yılmaz Güney hapse girince bu film işi yattığı için herhalde üzülen Osman Bey, yıllar sonra 1999’da 36. Antalya Altin Portakal Film Festivali’nde Yaşam Boyu Altın Portakal Onur Ödülü ile onurlandırılmıştır. Kendi adıma kültürümüze katkıları için Osman Şahin’e naçizâne teşekkür ediyorum. İyi ki Köy Enstitülü’ydü(ler) ve iyi ki hâlâ istersek yine büyük bir eğitim devrimi yapabileceğimiz umudunun parlak ışığını taşımaktadır!

Bir yorum ekleyin

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir