“UYUMSUZ DEFNE KAMAN’IN MACERALARI – SU”
İÇİN 9 PARÇA OKUMA NOTU
Tolga Meriç*
1.
“Artık roman yazılamıyor” eleştirisinin altında onlarca gerçek yatıyorsa, bunlardan biri de, artık hayatın kâğıt üzerinde yoktan yaratılamamasıdır herhalde. Yaşadıklarından yola çıkan ya da sadece yaşadıklarını yazan ve bunu olağanüstü bir biçimde yapan yazarlar yok değil. Tamamen kurmaca olmasına karşın hiçbir biçimde roman olamamış romanlara gönül rahatlığıyla yeğlenebilir bu yazarların yapıtları. Ama bu, hayatın kâğıt üzerinde artık yoktan var edilememesine duyulan kuşkuyu ortadan kaldırmaz. Buket Uzuner’in “Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları – Su” adlı son romanı, romanındaki dünyanın sadece ve sadece kâğıt üzerinde ve ancak yoktan var edilip yaratılabileceği çok açık olduğundan, bu haklı kuşkuyu yatıştıracak romanlardan sayılmalı.
2.
Moda oldu: Eline kalemi ilk kez alanlar bile, Ermeni meselesi gibi, Kürt meselesi gibi, Cumhuriyet meselesi gibi, değme edebiyatçılar dışında kolay kolay kimsenin altından kalkamayacağı konulara hiçbir edebi ve teknik kaygı taşımadan çocukça el atıveriyorlar. Başka bir açıdan fakat neredeyse her gün her gazetenin üçüncü sayfasında yer ala ala kendiliğinden edebiyat dışına düşmüş bir başka konunun, romanda “erkek cinayetleri” biçiminde yeniden adlandırılan “namus cinayetleri”nin edebi bir yapıta nasıl taşınabileceğine, “güncelliği” bitmek nedir bilmeyen bir meselenin nasıl edebiyata ait kılınabileceğine ve edebiyatın günceli aşan somut gücüne de örnek sayılmalı “Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları – Su”.
3.
Polisiye kurgunun bir kitabı hızlı okuttuğu bir gerçektir. Ama bu, polisiye merak kadar, kitaptaki o dünyanın gerçekten kurulabilmiş olmasıyla da ilişkilidir. Hele Türk edebiyatında polisiye söz konusuysa, bu su götürmez bir biçimde böyledir. “Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları – Su”nun da adı gibi, su gibi akıp gitmesi, daha çok bu ikinci gerçekle ilişkilidir.
4.
Bunu böyle söylemek doğru mu, bilmiyorum. Ama son moda “yazar”larla son moda “okur”lardan söz edeceğime göre, neyin nasıl söylendiğinin ne önemi var? Şunu diyeceğim: Roman Şamanlık gibi toplumsal ve bireysel belleklerimizin bir köşesinde yüz yıllardır uyuklayıp duran çekici bir konuyu ele almasına karşın, okuru akşamdan sabaha Şamanizm manyağı yapmayı hedeflemek gibi ticari bir düşkünlük göstermiyor. Merak ettirmiyor değil ama bunu Şamanizm kitaplarında görgüsüzce patlamaya yol açacak ya da okuru toplu Şamanizm turlarına çıkmaya davet edecek biçimde edebiyat dışına düşerek yapmıyor. Yazar, romanının kendi gerçeğine öylesine bağlı kalıyor ki, koskoca Şamanizm konusu, tam da olması gerektiği gibi, ancak ve ancak romanın kendi dünyasına hizmet etmek üzere yer alıyor romanda.
5.
Roman daha çok Kadıköy ve çevresinde geçiyor ve Kadıköy’ün kendi romanını da içeriyor. Kadıköy’ü bilenler için de, bilmeyenler için de. Yazarının Kadıköy’ün hemen üstünde, Moda’da yaşadığı bilindiğine göre, yıllardır yaşadığı semtten edebiyatçı duyarlılığıyla beslenip o semte yine edebiyatçı duyarlılığıyla gönül borcunu başarıyla ödemiş olduğu da ayrıca kaydedilmeli. Ama roman, asıl olarak, tabii ki suyun romanı.
6.
Büyük meselelere edebiyat dışına düşerek çaylakça el atanlar, kendilerinde olmayanları ya da bilmediklerini anlatmaya zorlandıklarından, her has okurun anladığı üzere, statlara oynar gibi okura oynamaktadırlar. Buket Uzuner bu romanında Sünnilik ve Alevilik meselesine el atarken kimseye mavi boncuk dağıtmıyor. Kamanlıktan (Şamanlıktan) söz ederken, insanın din dediğimiz şeydeki parmağını ya da dinlerin dünyeviliğini edebi bir aleniyetle ve bu aleniyetin içerdiği edebi hoşgörü ve genişlikle eleştirerek, mavi boncuk yerine, bütün dinleri sorgulatacak şeftali çekirdekleri, kayın ağacı parçaları dağıtıp, okuru suyun insanlık tarafından artık duyulmaz olmuş sesine çağırıyor.
7.
Romanın feminist okuması yapılırken, Komiser Ümit Kaman’ın Aleviliği gözden uzak tutulmamalı. Romanda erkeklerden çok erkekleşmiş ideolojinin eleştirildiği, erkekleşmiş her türlü ideolojinin kadın erkek demeden, ötekileştirilmiş herkesin üzerinden makine gibi geçtiği ve bireylere ölüm hayatı biçtiği böylece daha rahat anlaşılır.
8.
Her canlının birbirine eşit sayıldığı, doğanın bütün varlıklarıyla birlikte başkahramanlardan biri olduğu bu romanın çevreci okuması ise insanoğlunun suyu unuttuktan sonra erkekleşmiş ideolojiye ve ölüme bel bağlamış olabileceği kuşkusuna açılabilir.
9.
Romanı ağırlıklı olarak Komiser Ümit Kaman, Sahaf Semahat ve Defne Kaman’ın anneannesi Umay Bayülgen sürükleyip götürürken, Defne Kaman kendi yazdığı “Su Kitabı”yla karışıyor sayfalara. Kayıp olduğu halde Komiser Ümit Kaman’a romanın geçtiği cehennem gibi üç yaz gününde ıslak ıslak görünüp “Kutadgu Bilig”den derlenmiş şifreler veren Defne Kaman, canını sular sayesinde kurtarıyor. Kurtuluşu suda arayıp suda buluyor. Böylece roman, okuru her şeyden önce var olana, yani suya bakmaya çağırıyor. İnsanlığın bu delice gidişattan kurtuluş şifrelerinin sularda saklı olduğunu söylüyor. Bu da toplumsal kurallardan dinlere, kulluktan mallığa, itaatten korkuya, kabullenişten boyun eğişe, öldürmekten kurban edilmeye, radikal bir reddedişi ve her şeyden öncesine, en başa, yani suya dönüşü ve bütün toplumsal yapıntılardan arınışı gerektiriyor.
*Tolga Meriç: yayınevlerinde ve dergilerde editör olarak çalıştı. Yayımlanmış bir nehir söyleşisi var, İnci Aral’la: Unutmak