Mutluluğu ve huzuru hiçbir yerde ve hiçbir kimsede bulamayan, kimseye güvenemeyen genç bir kadın: Nilsu.
Terk edilmekten korktuğu için hep kendisi terk ediyor.
Annesine olan hayranlığı ve bağlılığı kendi yaşamını kurmasına engel olan, duygusal ve ütopik bir çevreci: Teoman.
Annesinin gizemli intiharıyla yaşamı altüst oluyor.
Buket Uzuner’in artık bir klasik olan İki Yeşil Susamuru romanı çağdaş bir kadının portresi etrafında çok katmanlı olarak insan durumlarını sorguluyor. Yazar mizah dolu, çarpıcı ve gerçekçi üslubuyla 80’li yılların toplumsal ve siyasal ortamını ustaca anlatırken romanın kahramanları kimi zaman modernizmin altında ezilerek yaşamla ölüm arasında gelgitler yaşıyorlar.
İki Yeşil Susamuru, yaşadığımız dünyaya, aşka, çevre sorununa alternatif çözümler arayan aydın ve farklı bir çiftin hikâyesi, bir modern zamanlar romanı.
Buket Uzuner’in TÜRKİYE ve AVRUPA’ da okutulduğu okullardaki öğretmenlerin talepleri nedeniyle hazırladığı İKİ YEŞİL SUSAMURU ANNELERİ, BABALARI, SEVGİLİLERİ ve DİĞERLERİ adlı romanı üzerine 6 düşünce durağı
1- İki Yeşil Susamuru… adlı roman, Nilsu adlı genç bir mimar kadının kendi yaşam hikayesini yazılı olarak bir yazara getirip, teslim etmesiyle başlar. Açıkcası roman, kitabın yazarından başka bir (kurgu)yazarın bize olayı anlatmasını haber vererek başlamaktadır. Dualizm ve relativizm açısından bakıldığından yazıldığı 1990 yılının postmodern özelliklerini taşıyan bu roman, işte bu nedenle okurunu roman kişilerine en yakın duyumsadığı anlarda daima onlardan uzaklaştırmakta, adeta ellerinden çekip almaktadır. Romanın iki yazarı olması, şimdi 2000 yılında hala çok okunan romanlar arasında bulunan bu kitabın (Kasım 1999’da 33. baskısını yapmıştır) okurunu en çok sarsan ve tahrik eden unsurudur.(Yazara okurlardan gelen pullu ve elektronik posta mektuplarında bu konu daima gündemde kalmaktadır) Türkiye edebiyat okuru açısından bu unsur nasıl yorumlanabilir?
2- ‘Alegori hem gizler, hem de ifşaa eder!’ denir. İki Yeşil Susamuru… romanı yüzeyde görünen hikayenin altında saklanan ve yüzeydekinden farklı ikinci bir metni de içinde taşıyarak ikinci bir hikayeyi de okura sunan alegorik bir romandır. Okuma biçimi olarak da farklı bir algılayışı gerektiren bu romandaki alt metnin siyasi işaretleri neler olabilir? Romanın adından başlayarak romanda kullanılan semboller birer ima-kinaye (allusion) mi, yoksa yalnızca analoji denemesi midir?
3- Bu romanda işlenen iki temel konu AŞK ve İNTİHAR’dır. Her iki tema da kendi karşı tezleri olan aşksızlık, yalnızlık ve yaşam kavramlarıyla yanyana işlenmiş, özellikle her birinin sınırları sert uçurumlarda zorlanmıştır. Yayınlandığından beri özellikle gençlerin büyük ilgi gösterdiği roman 2000 yılından başlayarak ikinci kuşak gençlere taşınırken kitabın aşk ve ölüm adlı iki evrensel ve ebedi kavramı inceleyişinde gençleri cezbeden farklılık ne olabilir?
4- Klasik roman kalıplarına hiçbir bakımdan uymayan bu romanın sonu, romanın kendisini inkar etmek cüretini göstermektedir. Okur bir anda bütün okuduklarının tepetaklak edildiği son sayfalarda aldatılmış hissetmektedir. Okurlardan yazara gelen en fazla sitem bu noktadadır. Buna karşılık okur romanın kurgusuna bizzat katıldığını hissetmekte ve hemen her okur kitaba yeni bir son yazmaktadır. Yeni kuşak Türkiyeli okurun bu yeni roman biçimini benimsemesi nasıl açıklanabilir? Bu roman bir çeşit kafa jimnastiği sayılabilir mi?
5- Romanda modern, kentli ve meslek sahibi Türkiyeli Kadın modelini temsil eden Nilsu adlı karakter, ekonomik ve duygusal özgürlüğünü kazanırken kadın kimliğini ve kadınlık arzularını (cinsellik ve annelik) da yaşayabileceği sinyallerini vererek yeni kuşak genç kadın okuru kazanmıştır. Gerçekten de bu karakter romanın güçlü kozlarından biri olabilir mİ?
6- Duyarlı, romantik ve sevecen bir erkek karakterin(Teoman) buna rağmen kaybeden biri olmayışı genç erkek okurun rol model arayışı sırasında severek sahip çıktığı bir roman kahramanı oluşturmuştur. Bu karakterin devamı olarak Kumral Ada- Mavi Tuna romanındaki Tuna adlı karakteri rahatlıkla sayabiliriz. Romanın öbür kahramanlarını bu bağlamda nasıl analiz edebiliriz?
PLAYBOY DERGİSİ-1991
Erman Şener
İKİ YEŞİL SUSAMURU ANNELERİ, BABALARI, SEVGİLİLERİ VE DİĞERLERİ
Hikayede direnen yazar çok azdır. Birçok hikayeci eninde sonunda romana geçer. Bu kural, daha önce “Ayın En Çıplak Günü” “Güneş Yiyen Çingene” gibi kitaplarda kurgusu sağlam, özenle işlenmiş öykülerini okuduğum Buket Uzuner için de geçerli oldu. “İki Yeşil Susamuru…”, onun ilk romanı: 1978’den günümüze uzanan 12 yıllık bir zaman diliminde aydın ve “farklı” bir çifti, İstanbul’da yaşanan olayları ve olaylar içindeki insanları anlatan bu kitap, en azından iki kez okunmalı. Çünkü ilk okumada birçok olay, birçok ilişki ve birçok kişi, değişik bir kurguyla sunuluyor. Okur bu ilk okumada bir tat alıyor ama ötesi var. Kitap bir kez daha okunsa, ipuçları iyi değerlendirilse, ortaya yeni tatlar, yeni güzellikler de çıkacak. İki Yeşil Susamuru…”, bir ilk roman deneyi değil, bir romancının gelişini haberleyen ilgi çekici bir roman.
Erman Şener
ELEŞTİRİ-CRITIC
Güneş Gazetesi, Sanat sayfasi 9 Mart 1991 Buket Uzuner’in öykülerinin ardından ilk romanı ‘İki Yeşil Susamuru’ yayınlandı
‘Ben bir düşünsel anarşistim’
Söyleşi: Oya Ayman Büber
Buket Uzuner’i öykülerinden tanıdık bugüne kadar. Şimdi klasik kalıplardan uzak, yeşil bir romanla çıkıyor okuyucusunun karşısına: “İki Yeşil Susamuru – Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri.” Buket Uzuner kitabında, 1978-90 yılları arasında İstanbul’da kadın-erkek ilişkisine, çevre sorununa, aşka, aile ilişkilerine ve daha birçok yaşamsal problematiğe alternatif çözümler arayan bir çiftin öyküsünü çocukluktan başlayarak aktarıyor. Romandaki kahramanlar farklı bir kurgu ile karşımıza çıkıyor. Onlarla, bir zincirin halkalarını izler gibi aniden tanışıyorsunuz. Roman süresince de onları tanımaya devam ediyorsunuz. Annesi ve babası, henüz genç kızlığa adımı atarken ayrılan Nilsu ile zeki, çocuksu, hınzır, meraklı, anarşist ruhlu Teoman ve onların anneleri, babaları, kardeşleri, sevgilileri… ‘Ben öyküyüm’ Kendisini hep öyküye yakın hissettiğini söyleyen Buket Uzuner,
“Neden roman?” sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Şiirselliği, şiire akrabalığı, yoğunluğu ve kısacık keskinliği nedeniyle kendimi hep öyküye yakın hissettim. Eğer her insan bir edebiyat türüne dönüşse, ben ne şiir, ne de roman olurdum. Ben öyküyüm! Ama roman uzun soluklu, an’dan çok, olaylar üzerinde yoğunlaşma olanağı veren bir yazın türü. Bu kez romanı seçişim, tamamen uzun soluk gereksinmesidir. Buket Uzuner, “İki Yeşil Susamuru”nda bilmece gibi bir kurgu kullanıyor. Roman kahramanlarını her defasında yeniden, farklı yönleriyle tanıtıyor okura. Uzuner bu konuda, klasik roman kalıplarına artık pek rağbet edilmediğini söylüyor. Bunu da sürekli arayış, yenilenme, daha iyisini bulma serüveninin doğal sonucu sayıyor. “Kadın, erkek ilişkisi, insan çelişkileri, zaafları, anne-baba-çocuk Bermuda üçgeni, kopukluklar, yetersizlikler, başarısızlıklar, çevre sorunları, intihar gibi pek çok evrensel sorun ve soruyu gündeme getirirken; yani yaşam, aşk ve ölümü anlatırken, bulmacalı, ince hileli, hınzır bir söylem tutturmam (göle çalınan maya gibi; henüz tuttu mu bilemiyoruz!) doğal olarak klasik roman kalıplarını zorladı ve dağıttı sanıyorum. Sevgili editörümün dediği gibi: Aslında bu aşk romanıdır. Ve bütün bunları bir romanın uzun soluğunda tartışmak, ekonomik bir yöntem diye yola çıktım.” Buket Uzuner, bugüne kadar yayınlanan kitaplarında olduğu gibi (Benim Adım Mayıs, Ayın En Çıplak Günü, Güneş Yiyen Çingene, Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları) bu kitabında da özgün bir adla çıkıyor karşımıza. Kitapta, Teoman, yeşil bir susamuru olarak tanımlıyor kendisini. Nilsu’nun da bir yeşil susamuru olmak isteyip istemediğini merak ediyor. Uzuner, “İki Yeşil Susamuru”nun anlamını şöyle açıklıyor: “Hint asıllı İngiliz yazar H.H. Munro, Saki adıyla tanınıyor ve kara mizahçı edebiyatçıların öncüleri arasına haklı bir gururla oturuyor. Sak, daha çok hayvan öyküleriyle biliniyor. Laura adlı öyküsünde, ölmek üzere günleri sayan Laura, insanların ölünce alt sınıftan bir canlıya dönüşecekleri düşüncesini, arkadaşı Amanda’ya anlatmaktadır. Bu dünyada yaptıkları ve kişiliği, insanın ölümünden sonra dönüşeceği hayvanı belirlemektedir. Laura, çevik, zeki, çocuksu susamuruna dönüşeceğine inanmaktadır. İki Yeşil Susamuru’nda Yeşiller Partisi kurucularından Teoman (Teo) da çevik, zeki, çocuksu, hınzır bir adamdır ve o daha eli çabuk davranarak, daha yaşarken kendini bir susamuru olarak ilan eder. Rengi yeşildir. Zaten romanın rengi yeşildir. Teo’nun merakı, sevdiği kadının (Nilsu) da bir yeşil susamuru olmayı isteyip istemediğidir. O zaman, onlar iki yeşil susamuru olacaklar ve …” Buket Uzuner gerisini anlatmıyor. Romanda da Nilsu ile Teo’nun sonu pek belli olmuyor. O nedenle yazar, romanın sonunda karakterlerden bazılarını ziyaret ediyor ve düğümü çözmeye çalışıyor. Romandaki kişiliklerin Buket Uzuner ile benzeştiği noktalar var. Uzuner, Nilsu’nun alınganlığı ve öfkesinde, Selen’in hoşgörü ve yapıcılığında, Teoman’ın huzurlu görünen huzursuzluğunda ve düşünsel yıkıcılığında kendisinden parçalar olduğunu söylüyor. “Bence, kurgu yazarları istese de istemese de kitaplarının satır aralarında mutlaka görünürler. Her kurgu yazarının bir yöntemi vardır. Ben, prototiplerimi bulduktan sonra onları işliyor, yepyeni insanlara dönüştürüyorum. Bu yeni kişilik de ister istemez benden, yani operatörden bir parça oluyor. Sonuç olarak, gencecik bir kız Nilsu, genç bir kadın Selen ve ister karşıtların birliği, ister hormon bilgisiyle açıklayın, her kadındaki erkek, her erkekteki kadın yanıyla da Teoman bana akraba sayılırlar.” Anarşist susamuru Buket Uzuner, bu arada anarşist yönüyle de Teoman’la benzeşiyor. Son olarak, kendisini bir ‘anarşist susamuru olarak tanımlayıp tanımlayamayacağı’ sorusunu yöneltiyorum, Uzuner şöyle yanıtlıyor: “Düşünsel anarşist olduğunu söyleyen Teoman’ı, romandaki arkadaşları, sekter, yıkıcı, terörist diye suçluyorlar. Oysa, Teo kendi kurduklarının daha iyisini kurabilmek için yıkabilmeyi göze alabilecek bir insan. Yorucu, yıpratıcı, hep araştıran, cesur ve çalışkan olmayı gerektiren, bunu zorunlu kılan bir kişiliği var. Bu haliyle tembel, tutucu, eleştiriye kapalı insanları rahatsız ediyor. Çünkü ‘değişmekten korkmayın’ diyor. Bu konularda Teo’yla çok iyi anlaşıyoruz. Yine de roman kahramanlarından birine ayrıcalık tanıyarak öbürlerini kırmak istemem. Ama bilineni göstermek, hele bir yazara hiç yakışmaz. Evet, ben bir düşünsel anarşistim. Susamurluğuna gelince… Nerede o günler…”
İKİ YEŞİL SUSAMURU’ nda aile başta olmak üzere kurumlar, sevgi ve intihar başta olmak üzere duygular sorgulanıyor.
Ayfer Tunç
1991 MİLLİYET SANAT Dergisi İki Yeşil Susamuru “İki Yeşil Susamuru” Buket Uzuner, Gür Yayınları, Yazın Dizisi, 1991, 328 sayfa.
Buket Uzuner’in “İki Yeşil Susamuru” adlı romanı, Gür Yayınları tarafından yayınlandı. Romanın ana kişileri Selen ve Nilsu adında iki genç, güzel, çağdaş, kentli kadın. Acaba roman bu mu? Yoksa Buket Uzuner’in bir armağan olarak okura sunduğu bu iki kadınlı hikayenin dışını saran ambalaj mı? Romandan kısaca bahsetmek gerekirse, şöyle başlanabilir. Bir yazara bir gün bir kadın gelir. Bilgisayar yazıcısından çıkmış pırıl pırıl bir dosyayı uzatır. Bu dosya, kadının hayatıdır. Kendi hayatını yazardan roman haline getirmesini ister. Yazar biraz şaşkın, biraz meraklı alır dosyayı. Roman haline getirir. İşte Buket Uzuner’in okura sunduğu armağan, bu kadının getirdiği dosyadır. Ambalaj, bu dosyanın nasıl bir gerçek olduğudur. Yazar, dosyayı okuduktan sonra kolları sıvar ve romanı yazar. Ana kahramanlar olan Selen ve Nilsu bir anda karşımızdadır. Daha doğrusu önce Nilsu. Bir doktorun kızıdır Nilsu ve annesi ile babası bir gün ayrılırlar. Doktor Selen adlı bir genç bir mimar kadınla birlikte yaşamaya başlar. Selen, yazarın ideal kadın tipidir. Tek başına ayakta durmayı beceren, sevmeyi bilen, çürümüş ilişkilerle yaşamaktansa yalnızlığı seçebilen kendine güveni, bakımlı, hoş bir kadındır. Sahi bu kadının niye hiç kusuru yoktur? Yoksa babasının sevgilisinden önceleri nefret eden, ama sonradan farkına bile varmaksızın herkesle iyi ilişkiler kurmayı becerebilen bu kadının etkisine giren ve onu belki de babasından daha çok seven Nilsu, Selen’i ‘kusursuz’ mu görmektedir? Armağan, dosyayı getiren kadının yani Nilsu’nun hayatıdır. Selen’i hem sever, hem nefret eder Nilsu. Çünkü o, annesi, babası ve kardeşiyle birlikte ‘mutlu aile’ olarak yaşamayı istemektedir ve Selen tabloyu bozmuştur. Ama zaman geçtikçe, böyle bir tablonun olmadığını anlayınca tuhaf bir biçimde Selen’e bağlanır. Selen artık onun hayat örneğidir. Sonra bir Amerikalı öğretmen girer Nilsu’nun hayatına. O da tuhaf bir adamdır. İntihar duygusu bir takındır bu Mike’da. Artık hem babasını, hem annesini, hem de Selen’i anlamaya başlamıştır Nilsu. Çünkü yaşamaya, hayatı tanımaya başlamıştır. Bu hayatla tanışma sürecinde bir de Teoman girer hayatına. Teoman bir yeşildir, daha doğrusu yeşil bir susamurudur ve Nilsu’ya da susamuru olmasını önerir. Teo’nun da annesi intihar etmiştir. Yazarın kapısını çalıp, hayatının dosyasını bırakan kadının anlattıkları bu kadar değildir. Teoman’ın aydın ama yalnız bir kadın olan annesi Cahide Hanım’ın da bir yazar arkadaşı vardır. Neyyire Gömüç. Cahide Hanım’ın Neyyire Gömüç’e yazdığı yığınla mektup vardır ve Teoman , annesinin intiharının sırrını, bu mektuplarda aramak ister ama Neyyire Hanım vermez. Mektupları yakmıştır. Yazarın roman haline getirdiği dosya, istenen biçime ulaşmamıştır ama sonu yoktur. Yazar, Nilsu Baran’ın getirdiği bu dosyanın sırlarını aramaya koyulur. Ne bulur? Ambalaj ortaya çıkar. Gerçekte bir tek Neyyire Gömüç doğru ve yerindedir, onun dışındakilerin hiçbiri yoktur. Sadece isimler vardır ama başka kişiliklere, başka hayatlara işaret ederler. Buket Uzuner iki katmanlı bu romanında, çağdaş bir kadının portresi çerçevesinde çeşitli durumlara ve insanlara bakıyor. Bu bir tür değerler sorgulaması sayılabilir. Birkaç insan çerçevesinde yürütülen bir sorgulama. Aile başta olmak üzere kurumlar, sevgi ve intihar başta olmak üzere duygular sorgulanıyor. Bunu yaparken, hem savunanları hem reddedenleri yan yana koymayı ihmal etmiyor. Örneğin Nilsu, tipik aile kavramının dışında bir insan olarak karşımıza çıkarken, erkek kardeşi Cem ise, bunu alabildiğine savunuyor. Ama Buket Uzuner Cem’i buzlu ve kalın bir camın arkasına koyuyor. Savunanları uzaktan gösteriyor bize. Ayrıntılar yazarın dikkatinden kaçmıyor, küçük insanlık durumları da öyle. Uzuner’in zaman zaman mizahi üslubu da romana ayrı bir tat veriyor.
Ayfer Tunç