Alin Taşçıyan’ ın Köşe yazısı


Kafaya göre sansür

Sansür başımızın belası bir illettir! Varolan yasaların ve uygulamaların da ötesine geçen ve tepki uyandıran bireysel ya da kurumsal inisiyatiflerden başka bir şey değildir çoğu kez! Yasal dayanağı bile yoktur! Çocukları korumak dışında bir amaçla yapıldığında akla vicdana sığmaz! Özgür iradeye müdahale etmek, bireysel hak ve özgürlükleri kısıtlamak anlamına gelir.
Bazı özel sektör yöneticileri ‘Neme lazım işimi sağlama alayım, benden hesap sormasınlar, işimden olmayayım, çalıştığım kuruma zarar gelmesin’ diye aşırı korumacı bir tutum takınırlar. Bazı kamu görevlileri tam anlayamadıkları ya da yanlış yorumladıkları yapıtlar ve yayınlar karşısında korkudan ve temkinden sansürü abartır. Bazıları ise işgüzarlık eder sırf seçmenine ya da üstlerine daha tutucu, daha sert görünmek, belirli çevrelere yaranmak, belirli çevrelere de gözdağı vermek amacıyla.

Genellikle siyasi iktidara, devlet geleneğine mal edilir. Doğrudur, sorumluluk yasa koyucuda ve onu yürütendedir, ama sistemi bu kadar benimsemiş, bu kadar elini korkak alıştırmış, bu kadar çıkarını kollayan, ifade özgürlüğüne bu kadar saygısız bireylerin hiç mi sorumluluğu yok? Hepimiz gayet iyi biliriz ki ‘Ne olur ne olmaz’cı birkaç kişiden başlar her şey!

Sonuçta sansürledikleri düşünceye ve yapıta zarar veremez, aksine onun bütünlüğüne olan duyarlılığı arttırırlar, merak edilmesini, tanınmasını, el altından yayılmasını ve öğrenilmesini sağlarlar. Kötü niyetli ve ilkesiz olursak ‘Oh, oh sansürlensin, sansürlensin ki herkes bilsin, okusun, izlesin’ deyip ellerimizi ovuşturabiliriz. Youtube yasaklı da giremiyor muyuz? ‘Yol’ yasaklıydı da izlenmiyor muydu? Tarih boyunca hangi yasak hangi düşüncenin ifade edilmesini önleyebilmiş ki?

Üç sansür vakası geldi üst üste… Buket Uzuner, Skylife dergisinin Haziran 2009 sayısı için kendisinden istediği Moda konulu yazıda ‘iskele kafesine konan içki yasağı yüzlerce yıllık İstanbul hoşgörüsüne yakışmadığını’ yazmış. Bu paragraf yazara haber verilmeden uçuvermiş! Bunun üzerine dergiye 1 TL tazminat davası açtı ve kazandı. Bütün medya bu yasağı tartıştı durdu günlerce. Saklanacak ne kaldı ki?
ATV’de yayınlanan ‘Kapalıçarşı’ adlı dizide bir erkek karakterin, sevdiği kadının Alevi olduğunu ailesine hemen söylememeyi teklif ettiği sahne çıkarıldı. Hem de öyle bir çıkarıldı ki aradan sahne atıldığını her izleyen anladı! Onca kişinin çalıştığı bir sette çekilen bu nitelikte bir sahne atılacak da kimsenin ruhu duymayacak mıydı?

‘Kuruluştan Kurtuluşa / Anadolu’da Yeniden Doğuş’ adlı belgesel de TRT’de yayınlanan Hayatı Belgeleyen kuşağında beş dakikası sansürlenerek gösterildi. Kesilen bölümlerde resmi tarihin dışında görüşler ileri süren altı kısa cümlelik Osmanlı tarihi okuması var. Katılmayan katılmaz, izledikten sonra eleştirir tarihçiler, düşünürler… Tartışılır ne şiddette gerekiyorsa, buna çoğulluk diyoruz!

Bir de Nazım Hikmet’in Şeyh Bedreddin Destanı’ndan alıntılanan bir bölüm kesilmiş içinde ‘…yarin yanağından gayrı her şeyde her yerde hep beraber diyebilmek için…’  dizesi geçen.
Moda iskelesinde içki yasağı var, otorite koymuş. Türkiye’de Aleviler var ve Sünnilerle evlilik sırasında ailelerin mezhep farkını dert etmesine sık sık rastlanır. Tarihi farklı yorumlamak mümkündür, Nazım Hikmet şiirlerini okumak serbesttir.

Peki kim neyi niye sansürledi de bu vakaları yaşadık?

Bir yorum ekleyin

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir