Yirmili yaşlarımda yaptığım ilk seyahatlerden biri de zaten en çok bu nedenle Madrid”eydi. Çünkü ortaokuldaki Türkçe öğretmenim, çocuklar için sadeleştirilmiş ve kısaltılmış baskısından büyülenerek okuduğum, o kötülüklere karşı savaşan Don Kişot”un* ve yamağı göbekli Sanço Panza”nın maceralarını yazan Cervantes”in devasa heykelinin Madrit”te olduğunu sevinçli bir heyecanla anlatmıştı. O sırada hayattaki en büyük ve belki tek mucizenin, çok genç yaşta iyi bir öğretmene/rehbere rastlamak olduğunu henüz bilmiyordum.
Sonrasında, 26 yaşından gençlere tek bir öğrenci tren biletiyle çok ekonomik fiyata bütün Avrupa”da bir ay boyunca seyahat olanağı veren “interrail”le yola çıktığımda bazen 30.000 km. yol yapıp, sonunda mutlaka kendimi önüne attığım bu heykel, güzel Madrid”in İspanya Meydanı”nda (Plaza de Espana) gerçekten de olanca görkemiyle dikilir Akdeniz göklerine doğru. Hâlâ yolum İspanya”ya düştüğünde mutlaka ziyaret ettiğim Cervantes ve ölümsüz kahramanlarının heykelini ilk gördüğümde yaşadığım çocuksu heyecanı daima orada bir yerlerde saklanmış beni beklerken bulur ve 1980″lerdeki o genç kıza gülümseyerek o ilk ziyaret sırasında evinde kaldığım arkadaşım Carmen ve kardeşi Javier”i deli edene kadar günlerce oradan ayrılmayışımı da anımsarım. Saplantılı bir aşk gibidir edebiyat tutkusu; tutkulu okur, sevdiği yazarın hayatına anlam ve güzellikler katan kahramanlarının izini sürmekten aşk heyecanına benzer bir haz duyar, yazar(ların)ı ve onların anılarını da şefkatle korur, kollar. Biz dünyanın bütün tutkulu okurları aslen kardeşizdir, aramızda ırk, din, dil ve cinsiyet farkı yoktur, birbirimizi daha görür görmez tanır, anlar, sevdiğimiz yazarların çocukları ve mirasçıları olduğumuzu hiç unutmayız. Biliriz ki, dünyada edebiyatın birleştirici ve iyileştirici gücünden daha güçlü bir bağ yoktur.
İNEBAHTI SAVAŞI”NDA SAKAT KALAN CERVANTES”İN MİZAH İLACI
Bu ay Cüneyt Özdemir”in ekibinden programcı Emiyra Yılmaz ve kameraman Fatih Atıcı ile beraber “Kentler ve Gölgeler” adlı TV programının Cervantes bölümünü çekmek için Madrid”e doğru yola çıktığımızda, bu seyahatin kendi başıma yaptığım pek çok Don Kişot seyahatinden farklı olacağını biliyordum. Yıllardır kendim için ziyaret ettiğim Cervantes”in şehrinden bu kez onu Türkiye”deki sevenlerine anlatacaktım ki, bence bu büyük sorumluluktu, elim ayağım sevinçle titriyordu. Daha Madrid”e iner inmez doğruca mâlum heykeli ziyaret ettikten sonra kentin tarihî bölgesindeki birçok önemli İspanyol yazar gibi Cervantes”in de yaşadığı, son günlerini geçirdiği ve gömüldüğü kilisenin de içinde bulunduğu, yollarına İspanyol Edebiyatı”nın yapı taşları eserlerden parçalar yazılmış ” Edebiyat Mahallesi”ne (Barrio de los Literatos) gittik. Orada Don Kişot”tan satırların gerçekten yollara yazıldığı Cervantes Sokağı”nda dolaşırken bize İspanyol yazar arkadaşım Mercedes Cebrian da eşlik etti. O gün orada 400 yıllık edebiyat esin perileri şahittir ki, Mercedes”le ben, edebiyatın kan kardeşliğine denk düşen: Cervantes tarafından akraba iki kadın yazar olduk. Yolunuz düşese bir gün bunu mutlaka hissedeceksiniz!
Ertesi gün erkenden trenle Madrit”in 35 km. kuzeyinde Cervantes”in doğduğu Alcala de Henares kasabasına gittik. Orada Miguel de Cervantes”in doğduğu ve dört yaşına kadar yaşadığı şimdi müze olan evini gezdik. Müze müdiresi Aranzazu Urbina”nın küçük bir tören düzenleyerek, İspanyolca aslından çevrilen pırıl pırıl, şahane bir baskıyla yayımlanmış iki cilt Türkçe Don Kişot romanını teslim aldı. Bu küçük tören sırasında Türkiye”de Cervantes”in adını bilmeyenlerin bile, daha iyi bir dünya için korkunç (hayali) devlerle savaşmaktan yılmayan, idealist kahramanlık yapmak anlamına “Don Kişotluk etmek” deyiminin kullanıldığını anlattığım müze müdiresi tahmin edeceğiniz üzere şaşırdı. Ben artık, Batı”nın bizi yanlış veya eksik tanımasına öfkelenmek yerine kendimizi (tabii hangi kimliğimizle, hangi kendimizi) daha iyi ve anlaşılır biçimde nasıl anlatacağımıza kafa yormanın çok daha anlamlı olduğunu öğrendiğimden onun şaşırmasına şaşmadım. Zaten Cervantes”i tanıtmak için bir Türk kadın yazarı ve bir Türk kadın TV yapımcısının kalkıp İspanya”ya gitmesi de bahsettiğim “kendimizi anlatmanın” küçük bir parçası değilse nedir? Bizi o küçük İspanyol kasabasında gören ve tanıyan insanlara, binlerce Dolar/Avro karşılığı reklamlarla anlatacağınız süslü Türkiye reklamından çok daha etkin bir Türkiye tanıtımı yapıyorduk aslında.
Kadıköy”deki Nezih Kitabevi”nden satın aldığım Türkçe Don Kişot romanının Cervantes müzesinde sergileneceğini bilmek bana Cervantes”le bizzat tanışmış kadar keyif vermişti vermesine de, İnebahtı Savaşı”nda sol eli Osmanlılar tarafından sakat bırakılan ve beş yıl Cezayir”de Türk Denizcileri tarafından esir tutulan Cervantes”in -kendince haklı olarak- Türkler”e karşı sempati beslemediğini Don Kişot romanını okuyanlar iyi bilir. Ben yine de hayâli tanışmamız konusunda umutluydum. Çünkü ona Yunanistan”da bulunan İnebahtı “ya (Naupactus) taa Madrit”ten kalkıp savaşmaya gelen o genç İspanyol delikanlısı Cervantes”in de tıpkı savaşın kendisi gibi hiç masum olmadığını ve eğer Türk Leventleri onu fidye karşılığında bile olsa özgür bırakmasalardı hepimizin Don Kişot”tan mahrum kalabileceğimizi anlattığımda güleceğine dair elimde büyük bir kozum vardı. Evet, biliyorum savaşın şakası olmaz, olmaz tabii ama Cervantes”i dünya edebiyatının en önemli yazarlarından biri yapan birincil özelliğine, Octavio Paz”ın deyimiyle:”Modern çağın Cervantes”e borçlu olduğu “büyük icat”MİZAH”ına daima güvenirim ben. Öyle ki, insanlığın kendi yıkımına yol açan kibir, şiddet ve zavallılığını en çarpıcı biçimde gözler önüne seren mizahın ışığını edebiyat sanatı yoluyla üzerimize tutan ilk yazarlardan biridir Cervantes. Öyle ki, yaşlı bir deli olarak tanıttığı anti-kahramanı Don Kişot yoluyla “akıllıyı öven delinin mi, yoksa delinin övgüsüne inanan akılının mı daha deli olduğu” sorusunu (ancak) güldürerek düşündürmeyi bundan tam 400 yıl önce başarmış biridir Cervantes. Milan Kundera”nın dediği gibi: ” Don Kişot”ta biri komik duruma düşürüldüğü, alay edildiği, hatta aşağılandığı için gülmüyoruz. Bir gerçeklik anlam bulanıklığı içinde ansızın ortaya çıktığı için, şeyler görünüşteki anlamlarını kaybettiği, karşımızdaki adam bizim sandığımız kişi olmadığı için gülüyoruz. İşte mizah da budur!” Ben de bunlara dayanarak: işte mizahtan korkanların sorunu da göründükleri kişi olmadıklarının ortaya çıkma endişesidir, sakladıkları asıl yüzlerinin açığa çıkmasından korkanlar mizah-fobik, mizah düşmanı, “ağır ağbi/ablalar” diye ekliyorum izninizle. Cervantes”le aramızdaki tarihî İspanyolluk ve Türklük engeline gelince, ben bunu evrensel mizah gücüyle aşacağımızı hayal ediyorum! Eh, hayal etmek, yalnızca Don Kişot”un tekelinde değil nasılsa!
İLK BASKISININ KORSANI SERGİLENEN DON KİŞOT ROMANI
Korsan kitapların hâlâ rahatça caddelerinde satıldığı bir ülkenin yazarak geçinmeye çalışan bir yazarı olarak, ayaklar altında sergilenen kendi korsan kitaplarımı 5-10 TL ucuza almak için ödedikleri paranın çetelere gittiğini bile bile korsan satıcılara koşan şık hanımlar ve beyleri endişeyle izlemekte olan bendeniz, elektrik veya telefon faturalarımı öderken Cervantes “ten ve Nasreddin Hoca ile Aziz Nesin”den beslenen mizah ilacımla yaralarımı sarmaya çalışırım yıllardır. Ancak, 2 Ekim Cuma günü ziyaret ettiğimiz Cervantes müzesinde sergilenen ilk baskı Don Kişot romanının 1606″da Lizbon”da yayımlanan korsan baskı olduğunu öğrendiğimde attığım kahkahanın çınlaması burada bile duyulduysa biliniz ki, o eğlencelik olmaktan çok mizahî bir çığlıktı. Tam da mizahın en güçlü temsilcilerinden Cervantes”in doğduğu evde, insan denen canlının sahtekârlık ve ikiyüzlülük örneklerinden birinin teşhir ediliyor olmasından daha ironik ne olabilirdi kuzum? Ancak, Türkiye”de hâlâ korsan kitap ticareti yapıldığını duyduğunda ağzı açık kalan müze müdiresi Bn. Urbina”yı burada tarif etmeyeceğim, gerçi 16 Ekim gecesi TRT-Türk”te yayımlanan Cervantes yolculuğumuzu izleyenlere bu kısmı gösteremedik ama Bn. Urbina”nın da Cervantesvâri bir mizahla söylediği “Desenize Türkler okumayı çok seviyor!” cümlesi hiç fena değildi.
DOSTOYEVSKİ”den FLAUBERT”e KADAR DON KİŞOT”TAN ETKİLENEN YAZARLAR
Cervantes”ten bahsedince adının mutlaka anılması gereken Türk Edebiyatı”nın yetkin kuramcı ve yazarı Jale Parla”nın “Don Kişot”tan Günümüze Roman” adlı kapsamlı kitabı kadar Roza Hakmen”in şahane çevirisiyle dilimize kazandırdığı Don Kişot”a yazdığı önsözde: “Cervantes, Shakespeare”le birlikte belki de ilk kez, “modern” okuru düşlemiştir. Ve düşlediği bu okur, neredeyse düşlediği “yaratıcı” şövalye Don Quijote kadar romanın içindedir” diyerek bu romanın neden öncü olduğuna dair başka önemli bir noktayı da gösterir. Roman sanatının ataları arasına Cervantes”in yanına mutlaka Fransız Rabelais ve İngiliz Sterne”i de eklemek isteyen “alçakgönüllü bir edebiyat hizmetkârınız olan bendeniz”, Dostoyevski”nin Budala”sındaki Prens Mişkin”den, Flaubert”in Madam Bovary”sine ve Kafka”nın Bay K.”sına kadar Don Kişot”tan etkilenmemiş büyük yazar olmadığına inandığımı bilmenizi ister, eğer okuduysanız bile yeniden Don Kişot “u okumaya sizi davet ederim “EY AYLAK OKUR!”
*Aslı Don Quihote olan bu kahramani biz Almanca okunuşundaki gibi Don Kişot diye öğrenmiştik, hâlâ da öyle yerleşiktir.
OKUDUKLARIM: Türk Korkusu, Yazan: Özlem Kumrular Avrupa”daki Türk Düşmanlığının Kökeni, (Ünlü tarihçi Halil İnalcık önsözüyle) Özlem Kumrular, duygusallığa kaçmadan özellikle İspanyol-Osmanlı ilişkileri üzerine kapsamlı, rahat okunan, aydınlatıcı, güzel bir kitap hazırlamış.
İZLEDİKLERİM: Tüfek, Mikrop ve Çelik (Guns, Germs and Steel) DVD National Geographic- Jared Diamond”un Pulitzer ödüllü kitabını okuyan veya okumayanların ilgisini çekecek. “neden bazı medeniyetler fethetti, bazıları fethedildi?” gibi sorulara bilimsel yanıtlar arayan bir belgesel.
DİNLEDİKLERİM: East 2 West (Doğu”dan Batı”ya) (Double Moon) Baba Zula”dan Mercan Dede”ye Orient Expressions”dan Ceza”ya biraz turistik olsa da arkadaşlarla dans etmek için toplanıldığı geceler pek uygun.