Günter Grass’la Santral İstanbul’da bir Cumartesi


“Teneke Trampet” (Tin Drum) romanını okuyup da çarpılmamış kimseye henüz rastlamadım. Okumayanlarsa durumun hâlâ farkında değiller!

İşte o kadar güçlü ve iyi bir edebiyat eseri yani! Eğer bir yazar bir romanıyla sizi bir kere, hele ilk gençlik gibi etkilenmeye daha açık yaşlarınızda çarparsa, okur ve yazar cephesinde çok büyük değişim- dönüşüm yaşanmadığı sürece artık hayatınız boyunca o yazarın yazarlık serüvenine dâhil olursunuz. Günter Grass, işte bu nedenle üniversite yıllarımdan beri ilgiyle takip ettiğim yazarlardan biridir. Yazarın, artık bir satirik edebiyat klasiği olan, cüce kahramanı Oskar Matzerath’ın gözüyle 2. Dünya Savaşı’ndaki Almanya’nın panoraması çizdiği “Teneke Trampet”ten sonra “Köpek Yılları” ve Almanların soylarını devam endişesini anlattığı “Kafadan Doğumlular” diğer önemli eserleridir. 1999 yılında Nobel Edebiyat Ödülü alan Günter Grass’ı ilk kez 2003 yılında Frankfurt Kitap Fuarı ziyaretimde Letzte Tanze (Son Danslar) adlı şiir kitabından yaptığı okumaya eşlik eden bir tango orkestrasıyla sahnede gördüm. Şiirlerinden okuma yapan yazar, kendisini dansa davet eden bir dansçıyı kırmayıp, sahnede onunla kısa bir süre dans etmiş, böylece özgüvenli ve esprili bir kişilik olduğuna dair bir izlenim vermişti. Sevinmiştim, çünkü iyi ve sahici bir yazara entelektüel namussuzluk kadar, kabız ciddiyet, espriden anlamayan kaba katılık hiç yakışmaz.

Bu yüzden, 1927’de bugünkü Polonya’nın Gdansk (Danzig) şehrinde Alman bir baba ile Polonyalı bir anneden doğan ve 1945’te Batı Almanya’ya göçmen olarak gelen Alman yazar Günter Grass’ın 15 yaşında Nazi gençlik koluna yazıldığını itiraf ettiği 2008 yılında büyük düş kırıklığı yaşayan okurlarından biri olmadım. Aksine ben, bugüne kadar üstü kapalı kalan bu cehennemî geçmişin daha uzun zaman ortaya çıkmama ihtimaline karşı Günter Grass’ın ağır eleştirileri göze alarak yaptığı açıklamayı cesaret olarak değerlendirdim. Uzun yazarlık yaşamı boyunca daima insan hakları ve özgürlükleri yönünde tavır almış ve muhalif bir yazar olarak tanınan Günter Grass, 15 yaşında bir çocukken kendisinin “grup psikolojisi” şeklinde açıkladığı bir nedenle bile olsa Nazi üniforması giymiş olmaktan ötürü kimbilir ne ağır bir manevî yük ve şiddetli iç-fırtınalara yaşamış olmalıdır?

“AB-Türkiye Sivil Toplum Diyalogu: Kültürel Köprüler Programı”nın (www.kulturkopruleri.info) etkinlikleri kapsamında 17 Nisan Cumartesi günü Santral İstanbul’da “Kültürlerarası Diyalogda Edebiyatın Rolü” konulu panele davet edildiğimde, diğer panelistlerden birinin Günter Grass, öbürünün edebiyatımızın çınarlarından Adalet Ağaoğlu olduğunu duyunca ne kadar sevindiğimi tahmin edersiniz artık. Ancak panelin Türk Edebiyatı ayağının en ağır topu Adalet Ağaoğlu’nun kendince haklı nedenlerle panelden çekilmesine yol açan bir durum sonucu, Günter Grass ve 30 dile çevrilen muhteşem “Kumkurdu” dizisinin ünlü İsveçli yazarı Åsa Lind karşısında sevgili yazar arkadaşım Mario Levi’yle beraber yaşca ve başca ağırlığımızın azaldığını düşünüyorum. Artık bir dahaki sefere!

’EDEBİYAT TÜM İNSANLIĞA AİTTİR, BİR KÜLTÜRE DEĞİL!’

83 yaşında Günter Grass, neredeyse delikanlı enerjisiyle yaptığı konuşmasında; edebiyatı toplumu kolayca ve hızlı değiştirecek bir sihirli değnek gibi görmek yerine onun derin ve sürekli etkisinden bahsetmek gerektiğini vurguladı. Kendisinin ancak 2. Dünya Savaşı bittikten sonra Almanya’da savaş sırasında asıl olan biteni öğrendiğinde, “Bunları Almanlar yapmış olamaz!” diye inanmakta zorlandığını ancak yazdığı kitaplarda bu gerçekle daima yüzleştiğini, Federal Almanya’nın kurulmasıyla Almanların “öteki”lerle beraber yaşamayı öğrenmek zorunda kaldıklarını anlattı. Benim için konuşmasının en ilginç yanı büyük Alman yazarı ve düşünürü Goethe’nin adıyla özdeşleşen “dünya edebiyatı” (welt literature) kavramına dikkat çekmesiydi. “Dünyada bir Alman ya da Türk Edebiyatı yoktur, çünkü edebiyat insanlığa aittir. Olsa olsa Türkçe veya Almanca yazılmış edebiyat vardır!” sözleri benim yürekten katıldığım düşüncelerdir. Panel sonunda bu konuda özel olarak konuştuğumuzda “dünya edebiyatı” fikrinin Goethe’den önce Herder’e ( Johann Gottfried von Herder) ait olduğunu bana özellikle vurguladı. Ben de yemeden içmeden hemen Türkiye’deki en önemli Alman Edebiyatı uzmanlarından Prof. Gürsel Aytaç’ı telefonla arayıp ona kendi edebiyat anlayışımın da temellerini oluşturan ve çok kabaca: “Edebiyatın sınırı, milleti, kültürü yoktur, edebiyat insan medeniyetinin ürünüdür” diyen “welt literature” konusunda Alman felsefeci ve şair Herder’in rolünü sordum. Evet, Gürsel Aytaç’ın da doğruladığı gibi Alman aydınlanmasının önemli felsefecilerinden Herder, dostu genç Goethe’yi etkilemişti. Ben kişisel olarak Goethe’yi daha iyi anlamak için şimdi Herder okuyorum, meraklısına da öneririm. Evet, İstanbul’dan dünya edebiyatının önemli yazarlarından biri geçti, üstelik güzel İzlanda’nın yanardağ külleri nedeniyle ertelenen uçuşlar yüzünden, planladığından daha fazla kaldığı şehrimizle ilgili bir kitap yazma düşüncesini de beraberinde götürerek geçti.

***

OKUDUKLARIM

Bu Yalan Tango -Selim İleri (Everest Yay.)

Selim İleri, hayat, ölüm ve zamana dair incelikli edebî kalemini bu kez gerçekten dokunaklı bir alanda: sanat dünyamızda dolaştırıyor. Romanın rengi tamamen lavanta eflatunu!

Gördüklerİm

Çılgın Kalp (Crazy Heart)

Yön: Scott Cooper

2010 Altın Küre ve Oscar En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alan Jeff Bridges’in daha önceki müthiş oyunculuk gösterileri “Büyük Lebowski” ile “Güreşçi”nin sentezi denebilecek bir performansı! Oyunculuk o kadar iyi ki konunun önüne geçiyor.

DİNLEDİKLERİM

Eski Arkadaş – Ezginin Türküsü (Seyhan Müzik).

Eğer Ezginin Türküsü tiryakisiyseniz zaten bu albümü aldınız, değilseniz ’umutlu hüznün türkülerini’ çağıran bu grupla artık tanışın. Albümdeki Kadıköy şarkısı favorim ama Ataol Behramoğlu dizelerinden ’Aşk İki Kişiliktir’de çok güzel olmuş.

30.05.2010

Bir yorum ekleyin

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir